29 Eylül 2012 Cumartesi

BOŞALTIM SİSTEMİ ORGANLARI


Kanın süzülerek gereksiz ve zararlı maddelerin atılmasından sorumlu olan sistem.
Boşaltım sistemi organları, böbrekler, idrar kanalı ve idrar kesesidir. Böbrekler doğduğumuz andan itibaren durmaksızın çalışarak kanımızı süzerler ve dışarı atılacak olan idrarı oluştururlar. İdrar kanalı bir çift olarak böbreklerden aldığı idrarı, idrar kesesine iletir. Gün boyu sürekli olarak dolan idrar kesesi belirli bir hacme ulaşınca kasılmaya başlar. İdrar bu durumda işemeyle dışarı atılır.

BORSA


BORSABazı tüccarların ve özellikle sarraflarla değerli kâğıt ve tahvil alışverişleriyle uğraşanların, alım satım ve değişim amacıyla devlet denetimi altında iş yaptıkları yer.
Borsalar, yalnızca hisse senetlerinin değil, başka tür emtiaların (ticarî malların) ve enstrümanların da ticaretinin yapıldığı yerlerdir. Örneğin bono ve tahvillerin genellikle menkul kıymetler borsalarının içersinde ticareti yapıldığı hâlde, döviz ticareti için döviz borsaları (forex, foreign exchange) ya da mal ticareti için emtia borsaları (commodity exchange) vardır. örneğin, pamuk fiyatlarının belirlendiği ve ticaretinin yapıldığı pamuk borsaları vardır (Türkiye’de de, İzmir’de pamuğun vadeli ticaretinin yapılacağı bir vadeli işlemler borsası kurulma aşamasındadır).
Türkiye’de borsanın tarihi Osmanlı’nın son dönemlerine kadar uzanmakla (özellikle bono piyasası) birlikte, 1970 ve 1980′lerin ilk yarısında, mekân olarak Sirkeci Vakıf Han’da bir tür tezgâh üstü piyasa (OTC; Over The Counter) şeklinde faaliyette bulunuyordu (Tezgâh üstü piyasalarda, sermaye piyasasına aracılık eden kurumlar, kendi aralarında, bir borsanın belirleyici kural ve tüzüklerine uyma zorunluluğu duymadan işlem (alım/satım) yaparlar. Bugün en gelişmiş piyasalardan biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nde küçük işlem hacmine sahip bazı firmalar, borsa haricinde OTC olarak işlem görürler).
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), konjonktürel gelişmeler sonucu, hisse senetlerinin ticaretinin düzenlenmesi ve standartlaştırılması amacıyla, 1986′da Karaköy-Tophane’de faaliyete geçmiş bulunmaktaydı. Günümüzde, kendi modern binasıyla İstinye’de faaliyetini sürdürmektedir.
İlk zamanlarda az sayıda şirket, düşük işlem hacmi ve Türk ekonomisine endeksli hareket eden İMKB, günümüzde 270′ten fazla şirketin hisse senedi, ortalama 200-300 milyon dolarlık işlem hacmi ve dünya ekonomileriyle entegre bir şekilde faaliyetini sürdürmektedir.

BORNEO

Güneydoğu Asya takımadaları arasında yer alan, dünyanın en büyük adalarından biri. Yönetim olarak Brunei Sultanlığı, Malezya ve Endonezya’ya ait birkaç bölgeye ayrılır. Adanın orta kesimlerinde yüksek bölgeler bulunmasına karşın, gerçek anlamda dağlara az rastlanır. Adanın çevresinde geniş alüvyon ovaları bulunur. Sıcak ve nemli ekvator iklimi egemendir. Yıl boyunca yağmur yağar. Adanın neredeyse tamamını kaplayan yağmur ormanları genellikle tropikal ağaçlardan oluşur. Çok sayıda maymun ve tapir türünü barındıran yağmur ormanları, bitki ve hayvan çeşitliliği bakımından da son derece zengindir.

BORATAV, PERTEV NAİLÎ


PERTEV NAİLÎ BORATAV(1907 Darıdere - 1998 İstanbul) Türk yazarı ve halk edebiyatı uzmanı. Kumkapı Fransız Okulunu, İstanbul Erkek Lisesini ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Asistanlık, edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra Almanya’ya gitti. Yurda dönüşünde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesine öğretim üyesi olarak girdi.
Profesör olarak halk edebiyatı dersleri okuttu. Siyasal düşünceleri nedeniyle soruşturma geçirdi, aklandı; ama 1948′de kürsüsü kaldırıldı. 1952′de Fransa’ya gitti ve oradaki yüksek öğrenim kurumlarında öğretim üyeliği yaptı. Halk edebiyatı, folklor ve Türk masalları alanındaki uzmanlığıyla yurt içinde ve yurt dışında büyük üne kavuştu.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Zaman Zaman İçinde (1958), Le Tekerleme (1963), Az Gittik Uz Gittik (1969), 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı (1969), 100 Soruda Türk Folkloru (1973).

BÖLL, HEINRICH


HEINRICH BÖLL(1917 Köln, Almanya - 1985 Bonn, Almanya) Alman yazarı. Liseyi bitirdikten sonra önce bir kitapçı dükkânında çırak olarak çalıştı, ardından Alman filolojisi okudu.
Çeşitli gazetelerde kısa öyküleri yayımlandı. Bu öykülerde bir piyade erinin kişiliğinde savaşın tüm görüntülerini sergiledi. Alman edebiyatının en etkili akımı “Grup 47″nin ödülünü kazandı. Böll, savaşı yaşayanların acılarını anlatırken insanları savaşı hazırlamakla suçlamadı. Ona göre, küçük burjuva ancak kendi düzeni ve rahatı bozulduğu anda ateşli bir savaş düşmanı olarak ortaya çıkar. Böll, insanoğluna kilise ahlâkıyla burjuva ahlâkının ötesinde bir “savaş sonrası ahlâk”ı önerdi. Savaşın yalnızca toplumu değil, bireyi de yıprattığını ortaya koydu. Savaştaki insanın psikolojisini, kılı kırk yararcasına irdeledi.
Trenin Tam Saatiydi adlı yapıtında, insanoğlunun yalnızlığını dile getirdi. Saat Dokuzbuçukta Bilardo’da ise kuşaklar arasındaki ilişkiyi ele aldı. Palyaço’da burjuva ahlâkının düzmeceliğini ortaya koydu. Babasız Evler’de savaş sonrası, babasız kalmış evlerde olup bitenleri, kadınların ve çocukların durumunu yansıttı. Katharina Blum’un Yitik Onuru adlı yapıtında, faşist eğilimli hükûmetlerin anarşik olaylardan nasıl kendi yararlarına sonuçlar çıkarabileceklerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
1972′de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Böll, roman ve öykülerinin yanı sıra, denemeler, sahne ve radyo oyunları da kaleme aldı.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Romanları; Âdemoğlu Neredeydin? (1951), Ve O Hiçbir Şey Demedi (1953), Babasız Evler (1954), Saat Dokuzbuçukta Bilardo (1959), Bir Palyaçonun Düşünceleri (1963), Resimde Kadın da Vardı (1971), Katharina Blum’un Yitik Onuru (1973); öyküleri; Trenin Tam Saatiydi (1949), Yolun Spa’dan Geçer mi? (1950), İlk Yılların Ekmeği (1955), Akşam ve Sabah (1955), İrlanda Günlüğü (1957), Atların Vadisi (1957), Zimpren İstasyonu (1959), Savaş Çıktığında, Savaş Bittiğinde (1962), Bizim Ülkede (1963), Kıt’adan Ayrılış (1964), Bir Görev Gezisinin Sonu (1966).

BOLAYIR, ALİ EKREM


(1867 İstanbul - 1937 İstanbul) Türk şairi. Namık Kemal’in oğludur. Özel öğrenim gördü. II. Abdülhamit döneminde sarayda mabeyincilik yaptı. Sonradan kaymakamlık ve valilik yaptı. Dârülfünun, Galatasaray Lisesi ve Maltepe Askerî Lisesinde öğretmen olarak çalıştı.
1896′da Servet-i Fünun topluluğuna katıldı. Öğretmenlik yaptı. Aruz ölçüsüyle ve kişisel duygularla örülü dizeler yazdı. Yunan savaşından esinlenerek yazdığı Vasiyet şiiri büyük ilgi topladı. 1908′den sonra hece veznine ve toplumsal konulara yöneldi. Kahramanlık şiirleri kaleme aldı. Edebiyat tarihine ilişkin bazı araştırmalarla oyunlar da yazdı.

BOKS


BOKSİki kişinin ringde karşılıklı olarak yumrukla dövüşmesine dayanan spor dalı. Boks 2 ya da 3 dakikalık, raunt adı verilen devreler hâlinde oynanır. Temel olarak, amatör ve profesyonel olmak üzere, iki şekilde yapılır. Amatör boksta boksörler ağır eldivenler giyerler. Başlık takarlar. Profesyonel bokstaysa boksörler yumruklarının daha iyi hissedilmesi için hafif eldiven giyerler ve başlık takmazlar. Profesyonel boksörler 15 raunt dövüşürken; amatörler 3-5 raunt dövüşür.
Maçı, bir orta, iki yan hakem yönetir. Boksörlerin yaptıkları vuruşlara göre puan verilir. Maç sonunda en çok puanı toplayan boksör galip ilân edilir. Maç sırasında boksörlerden biri yere düşer ve 10 saniye boyunca kalkmazsa nakavtla yenilmiş sayılır.
Boksta sporcular kilolarına göre gruplara ayrılır. Bu gruplara sıklet adı verilir. Her boksör kendi sıkletindeki boksörlerle dövüşebilir. Bokstaki temel sıkletler şunlardır:
51 kilo (sinek sıklet)
54 kilo (horoz sıklet)
58 kilo (tüy sıklet)
62 kilo (hafif sıklet)
67 kilo (yarı orta sıklet)
73 kilo (orta sıklet)
80 kilo (yarı ağır sıklet)
80 kilodan sonra (ağır sıklet)
Boksun en temel şekline M.Ö. 3000′li yıllarda Mısır’da rastlanır. Modern boksun ilk kurallarıysa 1743 yılında Jack Broughton tarafından düzenlenmiştir. Boks 1904 yılında Olimpiyat oyunlarına alınmıştır. Ülkemize 1918′de işgal kuvvetleriyle birlikte gelen Amerikalılar tarafından tanıtılmıştır.

BÖĞÜRTLEN

BÖĞÜRTLENGülgiller (Rosaceae) familyasından Rubus cinsine ait çalıların ortak adı. Haziran-eylül ayları arasında, beyazımsı ya da pembemsi renkli çiçekler açan, yüksek boylu, çok yıllık, dikenli ve çalı görünümünde bir bitkidir. Ekilmemis yerlerde, çit, yol ve hendek kenarlarında bulunur. Gövdeleri silindir şekilli, içi dolu, odunlu ve dikenli dalları, önce dik, sonra aşağı dogru kıvrıktır. Yapraklar saplı, kenarları dişli, alt yüzeyleri tüylüdür. Yaprak sapında, uçları geriye dogru kıvrık dikenler bulunur. Çiçekler dalların ucunda toplanmıştır. Meyve; meyvelerin biraraya gelmesiyle oluşmuş küre biçiminde bir birleşik meyvedir. Rengi önce yeşil, sonra kırmızı ve olgunlaşınca siyahımsıdır. Dünyanın birçok yerinde yetişir. Türkiye’de yetiştiği yerler, Marmara Bölgesi, Batı Anadolu ve Doğu Karadeniz’dir.

BOĞAZLAR SORUNU


Lozan’da yapılan Lozan Boğazlar Sözleşmesi (24 Temmuz 1923) ile Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın durumu belirlenmişti. Bu sözleşmeye göre, Boğazlardan her türlü gemi geçişinin nasıl olacağı, her iki Boğaz’ın askerden arındırılması, Adalar ve İstanbul için özel bir rejim uygulaması öngörülüyordu. Ayrıca bir Türk temsilcisi başkanlığında kurulacak olan uluslar arası komisyonun, Boğazların yönetiminden sorumlu olması kabul edilmişti. O günkü koşullarda Türkiye, bu antlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştı.
Lozan Antlaşması yeni Türkiye için siyasî bir zafer olmasına karşın açık bıraktığı bir nokta vardı. Antlaşmanın Boğazlara ait bölümlerindeki şartlara göre Boğazlar, Türkiye Cumhuriyetinin hükümranlığından ayrılarak askersiz bir bölge olarak kabul ediliyordu. Barış ve savaş zamanlarında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi serbest bırakılmıştı. Boğazların güvenliği İngiltere, Japonya, Fransa ve İtalya’ya verilmişti.
1936 yılına kadar Boğazların uluslar arası yönetimi Türkiye için bir tehlike oluşturmuyordu. Ancak İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da birçok siyasî değişik oldu. Boğazların herhangi bir saldırıya karşı korunmasını üzerine alan devletlerden İtalya, Habeşistan’a saldırdı. Japonya’ysa Milletler Cemiyetinden çekildi. Ayrıca dünya barışının korunması için toplanan konferanslar da bir sonuca varmadan dağılmış, bütün devletler yeniden silahlanmağa başlamıştı.
Siyasî havanın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar sorununu kesin olarak çözmeye karar verdi. Türk Hükümeti, Milletler Cemiyetine başvurarak Lozan Antlaşması’ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini istedi. Bunun üzerine İsviçre’nin Montrö kentinde bir konferans düzenlendi. 20 Temmuz 1936′da Montrö Antlaşması imzalandı.
Montrö Antlaşması’nın esas maddeleri şunlardır:
-Boğazlar kayıtsız şartsız Türk egemenliğine bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.
-Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, buna karşın savaşta ve barışta asker ve sivil hava kuvvetlerinin geçmesine izin verilmeyecektir.
-Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.
-Barış zamanında denizaltı gemileri dışında, savaş gemileri on beş gün önce Türkiye Hükümetine haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak koşuluyla Boğazlardan geçebileceklerdir.
-Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere ait ticaret gemileri, düşmana hiç bir koşulda yardımda bulunmamak şartıyla serbestçe geçebileceklerdir.
Montrö Konferansında Türk tezinin iyi savunulmuş olması ve Türk isteklerinin meşruluğu, Boğazlar üzerinde kayıtsız şartsız Türk egemenliğinin kurulmasını sağlamıştır.

BOĞAZKÖY


BOĞAZKÖY 1BOĞAZKÖY 2Çorum ili Boğazkale ilçesinde yer alan ve yazılı kaynaklarda Hattuşaş adıyla anılan antik yerleşme, Hitit devletinin başkenti. Boğazköy (Hattuşaş) Çorum ilinin 82 km güneybatısında yer alır. Kentin kuzeyi dışında çevresi surla çevrilidir. Hattuşaş örenyeri ilk kez 1834 yılında Charles Texier tarafından gezilmiş ve dünyaya tanıtılmıştır. Bu kalıntılarla Hitit devleti arasında ilk kez bir bağ kuran kişi Sayce’tır. O güne değin Hitit’lerin merkezinin Suriye olduğu sanılıyordu. 1882′de Carl Human, Otto Puchstein tarafından ilk plân çalışmaları yaptı. 1905 yılında Makridi ve H. Winckler, Boğazköy’deki kazı çalışmalarını on iki yıl boyunca yürüttü. 1932 yılındaysa Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Kurt Bittel tarafından başlanılan sistemli kazılara II. Dünya Savaşı sırasında bir süre ara verildildiyse de, 1978 yılına kadar çalışmalar aralıksız sürdürüldü. 1978 yılından 1993 yılına kadar Dr. Peter Neve başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarını, 1994 yılından itibaren Dr. Jurgen Seeher üstlendi.
Boğazköy (Hattuşaş) örenyerinde M.Ö. üçüncü bin yıldan itibaren yerleşim görülmektedir. Bu dönemdeki küçük yerleşmenin Büyükkale ve çevresinde olduğu saptanmıştır. M.Ö. 19. ve 18. yüzyıllarda Aşağı Şehir’de Asur Ticaret Kolonileri Çağı yerleşmeleri görülür ve kentin adına ilk kez bu çağa ait yazılı belgelerde rastlanır. Belgelere göre, hemen bu tahripten sonra Hattuşaş, yaklaşık M.Ö. 1600′lerde Hitit devletinin başkenti olmuştur.
Ekonomik sıkıntılar ve iç karışıklıklar nedeniyle yıkılan Hitit devletinden sonra Boğazköy 4 yüzyıl boyunca terk edilmiştir. Daha sonra buraya Frigyalılar (M.Ö. 8. yüzyıl ortaları) yerleşmiştir. Hellenistik ve Roma Döneminde (M.Ö. 3.-M.S. 3. yüzyıl) Hattuşaş küçük surla çevrili bir beylik merkezi, Bizans Döneminde de bir köy durumundadır.

BOĞAZİÇİ


BOĞAZİÇİİstanbul Boğazı ile iki kıyısını kapsayan alana verilen ad. Uzunluğu, Karadeniz girişinden Sarayburnu’na kadar 29 km olan İstanbul Boğazı’nın kıyıları, Rumeli tarafında Tophane’den başlar Rumelifeneri’nde sona erer.
Boğaziçi, uygun konumu nedeniyle, tarih öncesi çağlardan beri önemli bir yerleşim alanıydı. Bölgenin ticarete uygun bir alan olması nedeniyle, Antik Yunan ve Roma dönemlerinde yoğun bir deniz trafiği yaşanmaktaydı.
Boğaziçi bir geçit alanı olarak Osmanlılar Döneminde büyük önem kazandı. Osmanlı Devleti, bu su yolunu denetlemek için 1395′te Anadolu Hisarı’nı, 1452′de de Rumeli Hisarı’nı yaptırdı. İstanbul’un alınmasından sonra, 17. yüzyıla kadar kırsal bir alan olarak kalan Boğaziçi, IV. Murat Döneminden itibaren hızlı bir yapılaşma sürecine sahne oldu. Bu dönemde Beylerbeyi, Kandilli ve Emirgan semtlerinde padişah ve yakın çevresi için çok sayıda köşk ve konak yapılmaya başlandı. Bu yapılara 18. yüzyıldan itibaren yalılar eklenmeye başlandı.
Boğaziçi’nin iki yakasına yük ve insan taşıyan kürekçilerin hareket ettirdiği özel deniz araçları, 1850′de Şirket-i Hayriye’nin kurulmasıyla yerlerini kamu ulaşım araçlarına bıraktı.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Osmanlı Devleti yönetici sınıfının ortadan kalması, Boğaziçi’nin eski önemini yitirmesine yol açtı. Ayrıca bu dönemdeki nüfus artışının yavaş olması Boğaziçi’nin bir yerleşme alanı olarak gelişmesini önlüyordu. 1950′den sonra bölgeye yönelik büyük göç dalgaları ve gecekondulaşma, Boğaziçi’nin doğal yaşamla uyumlu dokusunun büyük ölçüde bozulmasına yol açtı. 20. yüzyılın başlarından itibaren Boğaziçi, İstanbul kentinin yerel bir alanına dönüşerek, önemli kentleşme sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. Günümüzde çıkarılan imar aflarıyla Boğaziçi’ndeki kaçak yapılar yasallaşmakta ve bölgeye her yıl yeni yerleşim alanları eklenmektedir.

BÖBREK YETMEZLİĞİ

Böbreklerin bedendeki atıkları kandan atamadığı zaman ortaya çıkan bozukluk. Enfeksiyon, yaralanma, zehirlere maruz kalma ya da hastalık sonucu olabilir. Böbrek yetmezliğinin akut ve kronik olmak üzere iki tipi vardır ve ikisi de beslenmeyle ilişkilidir. Akut böbrek yetmezliği varsa, muhtemelen yüksek karbon hidratlı ve düşük proteinli bir diyet uygulanmalıdır. Kronik böbrek yetmezliğinin beslenmeyle ilgili birçok etkisi vardır. Mide bulantısı, kusma ve iştah kaybına, düşük proteinli bir diyet yardımcı olabilir. Düşük proteinli bir diyet, böbrek işlevinin korunmasına da yardımcı olabilir.

BÖBREK ÜSTÜ BEZLERİ

Her bir böbreğin üzerinde yer alan, üçgen biçimli, bir çift küçük salgıbezi. Uzunluğu yaklaşık 5 cm, genişliği 2,5 cm ve kalınlığı 0,5 cm olan bu bezlerden her birinin ağırlığı 4,5 gram kadardır. Adrenalin, noradrenalin, steorit grubu hormonları ve erkeklik hormonu salgılar. Vücuttaki su ve tuz dengesini, özellikle sodyum-potasyum dengesini sağlar. Kabuk kısmından salınan hormonlarla mineral ve glikoz metabolizması, iç kısmından salınan hormonlarla da simpatik sistem aktivasyonu sağlayan endokrin bez.

BÖBREK TAŞI

İdrar yollarında oluşan sert, mineralleşmiş bir tortu. Böbrek taşı oluşumu yaygın bir rahatsızlıktır. Kadınların %5′inin, erkeklerin de %10′unun, 70 yaşına vardıklarında en azından bir taşları olduğu tahmin edilmektedir. Çoğu insan için bu çok ağrılı bir deneyimdir. Böbrek taşlarının birçok türü vardır. Genellikle idrarın sulanmasını korumak için, özellikle geceleri olmak üzere, her gün bol bol sıvı içmek gerekir. Kalsiyum taşları (en yaygın biçim) varsa, muhtemelen kalsiyum tüketimi günde en fazla 600 miligramla sınırlanmalı, tuz tüketimiyse günde 2 gramla sınırlanmalıdır. Fazla proteinden kaçınmalı ve işlenmemiş tahıl içeren gıdalar yenmemelidir.

BLOK, ALEKSANDR ALEKSANDROVİÇ


A. ALEKSANDROVİÇ BLOK(1880 Petersburg, Rusya - 1921 Petersburg, Rusya) Rus şairi ve yazarı. Babası hukuk profesörü, anneside yazar ve çevirmendi. Annesiyle babasının boşanmalarından sonra, Moskova yakınlarındaki bir çiftlikte yaşadı. Felsefe öğrenimi gördü. Batı Avrupa’yı dolaştı. Cepheye gitti. Devrimden sonra Moskova’da tiyatro yönetmenliği yaptı.
Eleştirmenlere göre Blok, Rusya’da sembolizmi doruğa ulaştırdı. 1901-1906 yılları arasında yazdığı şiirlerde, umutların umutsuzluğa dönüştüğü karamsar tablolar çizdi. Güzel Bir Kadın Üzerine Dizeler, Kent ve Neznakomna adlı yapıtlarını bu dönemde yazdı.
1903 yılında mistik eğilimleri benimsedi. Gorod başlığı altında topladığı şiirleriyle sanatında olgunluk düzeyine ulaştı. Kar Maskesi adı altında topladığı şiirleriyle, taklit edilmesi olanaksız stilini oluşturdu. Dizelerin müziksel uyumunu müthiş bir betimleme gücüyle birleştirdi.
Yaşamında tiyatronun önemli bir yer tutması nedeniyle, çeşitli oyunlar kaleme aldı. Tiyatro eleştirilerine ilişkin yazılar yazdı. Oyunları zamanın tiyatrosu açısından büyük önem taşıdı. Kendi yapıtlarının yanı sıra, Fin ve Letonya edebiyatlarının yapıtlarını Rusçaya çevirdi.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Oyunları; Alandaki Kral (1906), Yabancı (1906); şiirleri; Gizemli Dünya (1909), Harp ve Kemanlar (1908), Karmen (1914), Ceza (1908), İskitler (1918), Onikiler (1918).

BLAKE, WILLIAM


WILLIAM BLAKE(1757 Londra, İngiltere - 1827 Londra, İngiltere) İngiliz şairi, ressamı ve oyma baskısı ustası. Sanatta yeni, yalın ve duyguların doğrudan aktarıldığı bir düşünce ve anlatım tarzı yaratmıştır. Günümüzde oldukça özgün ve güçlü bir sanatçı olarak bilinse de, zamanında göz ardı edilmiş, kendisini bütünüyle sanatına adamış, dünyayla ilgisi kesmiş bir kişi olduğu için deli sayılmıştır. Yoksul bir yaşam süren Blake, terk edilmiş bir durumda ölmüştür.
Alt sınıftan bir aileden gelen Blake, sanat okuluna gitmek istediyse de başaramamış ve bakır ve tahta oyma ustası olarak çalışmıştır. Daha sonraları eserlerini bakır levhalara ve tahta baskıyla yapacaktır. Oldukça mistik bir tarzı olsa da Blake aynı zamanda siyasî bir kişiliktir. Fransız Devrimi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi gibi döneminin önemli siyasal olaylarına karşı tarafsız kalmamış, bu yenilikçi hareketleri şiddetle desteklemiştir. Onun bu tavırları, muhafazakâr bir toplum yapısına sahip İngiltere’de hoş karşılanmamış, dışlanmasına neden olmuştur.
Şiirlerinde her ne kadar dinsel bir dil kullansa da, toplumsal adalet ve insancıl konuları işleyen Blake, klâsik dinî temaları da tersine çevirir. Şiirlerinde, ahlâkî şiirlerin tersine, şair çocuğa ders vermez, çocuk şaire bir şeyler öğretir. Blake şiirlerinde devlet, kilise gibi zamanının baskıcı kurumlarını şiddetle eleştirmekte, özgürlükçü bir yaşam önermektedir.
Blake, şiirlerini bakır levhalara yazar, onları çeşitli resimlerle süslerdi. Keskin gözlemleri olan, zeki, deneyimlerini geniş ve zengin bir düş gücüyle ele alabilen, son derece dürüst, dil ve çizim alanındaki yeteneğini doğal bir biçimde ortaya koyan çağının en önemli sanatçılarından biridir.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Masumiyet Şarkıları (1789), Deneyim Şarkıları (1794), Lirik Baladlar (1798), Cennet ve Cehennemin Evliliği (1804), Milton ve Jerusalem (1820).
Hasta Gül
Ah Gül, hastasın sen!
Uluyan fırtınada
Gece vakti uçan
Görünmez kurt
Keşfetti fesrengi neden
Oluşma yatağını;
Ve karanlık gizli aşkı
Yok ediyor yaşamını.
William Blake

BİZANS İMPARATORLUĞU


Doğu Roma İmparatorluğu olarak da bilinen Orta Çağ devleti. Roma İmparatoru I. Theodoius, 395 yılında Roma İmparatorluğu’nu iki oğlu arasında paylaştırdı. Böylece Roma İmparatorluğu, Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye bölünmüş oldu. Bunlardan Doğu Roma İmparatorluğu’na Bizans İmparatorluğu da denilmektedir. 476 yılında Batı Roma İmparatoru tahttan indirilmiş ve Batı imparatorunun yetkileri Doğu imparatoruna verilmişti. Yaklaşık bin yıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’ti. Konstantinopolis’in bugünkü adı İstanbul’dur.
Ortodoks mezhebini benimseyen Doğu Roma İmparatorluğu, eski Yunan ve Orta Doğu geleneklerinin kaynaşmasıyla ortaya çıkmış olan Helenistik medeniyetin mirasçısıdır.
İmparatorluk en güçlü dönemini Jüstinyanus sülâlesi zamanında yaşamıştır. Bizans’ta güçlü olan sülâlenin tahta çıkma hakkı bulunduğu için ülkeyi çok sayıda sülâle yönetmiştir.
Bizans İmparatorluğu döneminde, İstanbul önemli bir kültür ve sanat merkezi olmuştur. Bizanslılar İstanbul’da; Ayasofya Kilisesi, Aya İrini Kilisesi, Hora Kilisesi (Kariye Cami) Sergios ve Bakûs kiliseleri, Binbirdirek ve Yerebatan sarnıçları gibi mimarî eserler bırakmışlardır. 1453′te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle Bizans Devleti ortadan kalkmıştır.

BİTKİLERDE BÜYÜME ve GELİŞME


BİTKİLERDE BÜYÜME ve GELİŞMEHer canlı gibi bitkiler de doğarlar, büyüyüp farklılaşarak gelişirler ve sonunda ölürler.
Bitkiler büyüme sırasında, topraktan ve havadan aldıkları ham maddelerle sentezledikleri organik bileşiklerin bir kısmını, solunumla harcamak üzere, yedek besin maddesi olarak depo ederler. Geri kalan kısmını da yeni maddeler hâlinde yapılarına katarak büyüyüp gelişiler.
İşte bitki ya da bitki organlarının, yapılarına yeni maddeler ilâve ederek geri dönüşümsüz bir şekilde yapılarına katmaları olayına büyüme denir.

BİTKİLERDE BESLENME

BİTKİLERDE BESLENMEBitkiler topraktan ve sudan aldıkları azot, demir, fosfor, kalsiyum gibi organik maddeleri güneş ışığının yardımıyla birleştirir, fotosentez denen bir süreçle kendi besinlerini üretirler.

BİTKİ ve HAYVAN HÜCRESİ ARASINDAKİ FARKLAR

BİTKİ ve HAYVAN HÜCRESİ ARASINDAKİ FARKLARHayvan hücrelerinde, hücre zarının dışında hücre duvarı yoktur. Bitki hücresinde ise, hücre zarının dışında hücre duvarı vardır. Hayvan hücresinde sentrozom (hücre içi organeller) varken, bitki hücresinde bu organeller yoktur. Hayvan hücresinde plâstit yoktur, bitki hücresinde ise plâstit vardır.

BİTKİ TASLAĞI

BİTKİ TASLAĞIToprağa düşen bir tohumun uygun koşullarda filizlenerek yeni bir bitkiye dönüşmek için geçirdiği sürece “çimlenme” denir. Çimlenme sonucu yeni oluşan ve ana bireye benzeyen bitkiye “bitki taslağı” denir.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

ORMAN 1ORMAN 2ÇAYIRBelirli bir alan içerisinde bulunan, doğal, damarlı (vasküler), bir yıllık, iki yıllık ve çok yıllık bitkilerin oluşturduğu bitki topluluğu. Bitki örtüsünü oluşturan elemanlar ağaç, çalı ya da yarı çalı bitkiler de olabilir. Bu bitkilerin hepsi bir araya gelerek, alanın bitki örtüsünü oluşturur.

BİTKİ KISIMLARI ve GÖREVLERİ


ÇİÇEK YAPISIBitkiler kök, gövde, çiçek ve yaprak olmak üzere dört kısımdan oluşmuştur. Bitkiler içerisinde en gelişmiş olanları çiçekli bitkilerdir.
Bitkinin her kısmının kendine göre özelleşmiş ayrı ayrı görevi vardır. Bitkinin toprak altında gelişen, topraktaki tuzları ve suyu emen, bitkiyi toprağa bağlayan, karbon hidrat depo eden ve yer çekimi doğrultusunda büyüyen toprak altı yapılarına kök denir. Bitkilerde yaprak ve üreme organlarını taşıyan genelde toprak üstünde olan yapılara gövde denir. Tohumla üreyen bitkilerde, tohumu veren çanak ve taç yaprak, erkek organ ve dişi organdan oluşan en uçtaki büyüme tomurcuğuna çiçek denir. Bitkilerde gövde ve dallar üzerinde meydana gelen, çeşitli şekil ve renklerde, genellikle yeşil renkli, içlerindeki kloroplâstlarla fotosentez ile madde sentezleyen yapılara yaprak denir.

BİSMARCK, OTTO VON


OTTO VON BİSMARCK(1815 Schönhausen, Almanya - 1896 Hamburg, Almanya) Alman İmparatorluğu’nun kurucusu. Tam adı Otto Eduard Leopold Von Bismarck’tır. 1836 yılında öğrenimini tamamlamış ve 1847 yılında siyasete, Prusya meclisine girerek başlamıştır. Bu dönemde henüz bir Almanya Devleti kurulmadığından, siyasî etkinliğini Prusya Devleti içinde sürdürmüştür.
1854 yılında Prusya Devleti’nin Petersburg büyükelçiliğine ve 1857 yılında Paris
büyükelçiliğine atanmıştır. 1862 yılında Prusya Devleti’nin başbakanı sıfatıyla göreve başlayan Bismarck, başarılara adını yazdırarak, 1871 yılında Alman birliğini gerçekleştirerek Alman halkının sevgisini kazanmıştır.
1871 ve 1890 yılları arasında kurduğu Alman birliğinin başında görevine devam etmiş, 18 Mart 1890 tarihinde başbakanlık görevinden ayrılmıştır. Otto Von Bismarck 1898′de Hamburg yakınlarında ölmüştür.

BÎRUNÎ


BÎRUNÎ(973 Harezm - 1048 Gazne) Büyük İslâm bilgini ve düşünürü. Tam adı Ahmet El-Bîrunî’dir. Harezm’de doğan El-Bîrunî, küçük yaşta El-Hâkim ve İbni Sina gibi dönemin en ünlü İslâm bilim ve düşün adamlarından ders aldı. El-Bîrunî, felsefe, matematik, astronomi, fizik, coğrafya ve tıp gibi birçok alanda bilime katkılarda bulundu. Arapça, Farsça ve Sanskritçe’yi çok iyi bilen El-Bîrunî’nin ana dili saptanamamıştır. Geometri ve trigonometride büyük başarılar gösteren, çeşitli astronomi aletleri yapan, kendi yöntemi ve aletleriyle madenlerin özgül ağırlıklarını yaklaşık olarak saptayan El-Bîrunî, bilimsel çapı ve önemi itibarıyla, gerçekleşemeyen Doğu Rönesansı’nın olası temel dayanaklarından biri olabilme niteliğine sahipti. Matematik alanında sinüs, kosinüs gibi trigonometrik fonksiyonların birer oran, yani sayı olduğunu vurgulayan El-Bîrunî, bu fonksiyonlarda çember yarıçapının birim olarak kabul edilmesini önermiş, bugün Hint-Arap rakamları olarak bilinen rakamları açık bir biçimde aktarmış, düzgün polinomların çizimi ve bir açının üç eşit parçaya bölünmesi sorunlarıyla ilgilenmiştir..
El-Bîrunî, 1048′de Gazne’de öldüğünde, geride birçok önemli eser bıraktı. Bunlardan bazıları şunlardır: Hareketsiz Yüzyıllardan Kalan Eserler, Cevherlerin Tanımasında Topluluk Kitabı, Dairedeki Kirişlerin Dairenin Çember Parçasının Kavsi Hesabıyla Çıkarma Kitabı.
Yaşadığı çağın ‘Bîrunî Çağı’ olarak anılması kadar, bilime ve insanlığa katkıda bulunan El-Bîrunî, Orta Çağın en büyük bilginlerindendir.

BİRSEL, SALÂH


SALÂH BİRSEL(1919 Bandırma - 1999 İstanbul) Türk şairi ve deneme yazarı. İzmir Erkek Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Fransızca öğretmenliği, iş müfettişliği, kitaplık ve basım evi müdürlüğü yaptı. Türk Dil Kurumu yayın kolunda ve Ankara Üniversitesi basım evinde çalıştı.
Şiirlerinde duyarlılığın yerine zekâyı geçirmek istedi. Taşlama havasında düşündürücü yanı ağır basan, alaycı şiirler yazdı. Kendini “sözcük ardında koşan bir sözcük hokkabazı” olarak nitelendirdi.
İlk şiiri Gündüz dergisinde yayımlandı. Bundan sonra yazı ve şiirlerini Seçilmiş Hikâyeler, Sanat ve Edebiyat, Nokta, Yenilik, Varlık, Papirüs ve Türk Dili dergilerinde yayımladı. Fransızcadan çeviriler de yaptı.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Şiirleri; Hacivat’ın Karısı, Ases, Dünya İşleri, Kirikikname, Haydar Haydar, Köçekçeler (Bütün Şiirleri); denemeleri; Şiir ve Cinayet, Paf ile Puf, Şişedeki Zenci, Kahveler Kitabı, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu; günlükleri; Hacivat Günlüğü, Yaşlılık Günlüğü; öteki kitapları; Asansör, Kediler, Seyirci Sahneye Çıkıyor, Nezleli Kargalar, Hafiyeler Önde Gider.

BİRMANYA


BİRMANYA BAYRAĞIBİRMANYA FİZİKÎ HARİTASIBİRMANYA SİYASÎ HARİTASIResmî adı Birmanya Cumhuriyeti’dir. Kuzeyde Tibet, doğuda Çin, Laos ve Tayland, Güneyde ve batıda Bengal Körfezi, Pakistan ve Hindistan’la sınırlanmıştır. Yüzölçümü 678000 km2 olan Birmanya’nın, başkenti Rangun’dur. Resmî dili Birmanca ve İngilizce olan ülkede Budizm, İslâm ve Hindu inanışları hâkimdir.
Birmanya sınırları içinde, Arakan, Yoma, Kaçinler sıradağları, Tibet’ten Bengal körfezine kadar, birbirine paralel olarak uzanır. Bu dağların yükseklikleri 6000 metreyi bulur. Orta kesimdeki vadiler çok verimli topraklarla kaplıdır. Nüfusun çoğunluğu burada yaşar. Ülkenin en büyük ırmağı İrravadi’dir. Tropikal iklimin hâkim olduğu ülkede, yüksek dağlarla kaplı kuzey bölgeler daha sert bir iklime sahiptir. Güneydeki bölgelerse yıl boyu sıcak ve yağışlıdır. Muson yağmurları ülkenin iklimi ve bitki örtüsü üzerinde son derece etkilidir. Ülkenin büyük bir bölümü sık ormanlarla kaplıdır. Ülke ekonomisini pirinç ve daha çok petrol üretimine dayalıdır.
Tarih öncesi çağlardan bu yana yerleşim yeri olan Birmanya’ya Avrupalılar ancak 1700′lü yıllarda ulaştı. Ülke 1889′da İngiltere’nin kontrolü altına girdi. 1937′ye kadar Hindistan’ın bir eyaleti olarak yönetildi. İkinci Dünya Savaşı’nda Japon işgaline uğradı. 1948′de bağımsız bir ülke oldu.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ


İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1948′de Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve tüm devletleri yaş, cins, din, dil, ırk, milliyet ayrımı yapılmaksızın, her insanın onurunu koruması için gerekli tüm haklarına saygılı davranmaya çağıran bildirge.
Ön Söz
İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde var olan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul edilmez haklarının tanınması hususunun, özgürlüğün, adaletin ve dünya barışının temeli olmasına; insan haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana yönelten vahşete neden olmuş bulunmasına; dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş olacakları bir dünyanın kurulmasını en yüksek amaç olarak ilân etmiş bulunmasına; insanın baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimiyle korunmasının bir zorunluluk olmasına;
BM halklarının anlaşmada insanın temel haklarına, insanın haysiyet ve değerlerine, kadın-erkek eşitliğine olan imanlarını bir kere daha ilân etmiş olmalarına; toplumsal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş özgürlük içinde, daha iyi yaşam şartları kurmaya karar verdiklerini beyan etmiş bulunmalarına; üye devletlerin BM ile iş birliği içerisinde insan haklarına ve temel özgürlüklerine bütün dünyaca gerçekten saygı gösterilmesinin teminini taahhüt etmiş bulunmalarına; bu haklar ve özgürlüklerin herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmasının, yukarıdaki taahhüdün yerine getirilmesi için son derece önemli bulunmasına göre BM Genel Kurulu, insanlık topluluğunun bütün fertleriyle organlarının bu bildirgeyi daima göz önünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu haklar ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye; gittikçe artan ulusal ve uluslar arası önlemlerle dünyaca tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya gayret etmeleri için işbu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni ilân eder.
Madde 1
Bütün insanlar özgür; hak ve haysiyetler bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyetiyle hareket etmelidirler.
Madde 2
Herkes ırk, renk, cins, dil, din, siyasî veya diğer herhangi bir akde, ulusal ya da toplumsal köken, servet, doğuş ya da herhangi başka bir fark gözetilmeksizin, işbu bildirgede ilân olunan tüm haklardan ve tüm özgürlüklerden yararlanabilir.
Bundan başka, bağımsız ülke uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, diğer egemenlik kayıtlamasına tâbi ülke uyruğu olsun; bir şahıs hakkında uyruğu bulunduğu ülke ya da ülkenin siyasî, hukukî veya uluslar arası statüsü bakımından hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir.
Madde 3
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvencesi her insanın hakkıdır.
Madde 4
Hiç kimse kölelik ya da kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her şekliyle yasaktır.
Madde 5
Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ve haysiyet kırıcı zalim cezalara ya da muameleye tâbi tutulamaz.
Madde 6
Herkes, her nerede olursa olsun, hukuk kişiliğinin tanınması hakkına sahiptir.
Madde 7
Yasa önünde herkes eşittir ve farksız olarak, yasanın eşit korunmasından yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin işbu bildirgeye aykırı her türlü ayırt edici muameleye karşı ve böyle bir muamele için yapılabilecek her türlü kışkırtmaya karşı korunma hakkı vardır.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GIDA ve TARIM ÖRGÜTÜ


BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GIDA ve TARIM ÖRGÜTÜ1943 yılında kurulmuş, 1946 yılında BM uzmanlık kuruluşu hâline gelmiş örgüt. Kısaltılmış adı FAO’dur. Türkiye bu örgüte 9 Haziran 1947 tarihinde üye olmuştur. Ayrıca örgütün Türkiye temsilciliği de vardır. Hemen tüm BM ülkeleri bu örgüte üyedir. Örgütün merkezi Roma kentindedir.
FAO’ nun kuruluş amacı, açlığa karşı önlem almak, doğal kaynakların geliştirilmesi, tahılların depolanması ve ağaçlandırma gibi birçok eylemde bulunmaktır. Ayrıca üye ülkelere bu konularda danışmanlık yapar.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER EĞİTİM, BİLİM ve KÜLTÜR ÖRGÜTÜ


BİRLEŞMİŞ MİLLETLER EĞİTİM, BİLİM ve KÜLTÜR ÖRGÜTÜEğitim, bilim ve kültür alanında uluslar arası iş birliğini gerçekleştirmek ve dünya barışına katkıda bulunmak için kurulmuş örgüt. Kısa adı UNESCO’dur.
UNESCO, bu amaçla 1946 yılında BM’ye bağlı olarak kuruldu. UNESCO’nun merkezi Fransa’nın Paris kentindedir. Bu kuruluş, ülkelerin eğitim, bilim ve kültür alanlarında yapacakları çalışmalarda onlara yardımcı olmayı hedefleyen önemli bir evrensel örgüttür. Bu yüzden UNESCO bünyesinde, eğitim ve araştırmalar için dünya çapında bir merkez işlevi gören Uluslar Arası Eğitim Plânlaması Enstitüsü kurulmuştur.
UNESCO, dünya çapında eğitimle ilgili yaptığı çalışmalarda okuma yazma programları düzenlemekte, ilköğretimi evrenselleştirmeyi amaçlamakta, öğretim ve eğitim plânlamacıları yetiştirmeye öncelik vermektedir. UNESCO, ülkelerin doğa bilimleri, toplum bilimleri ve kültürel alanda yaptıkları birçok araştırmayı ve gelişmeyi desteklemektedir. Bunun yanında, az gelişmiş ülkelerdeki iletişim eksikliğini gidermek için birtakım girişimlerde bulunmuştur. UNESCO’nun en önemli çalışmalarından biri; Mısır ve Sudan’daki Nübye tapınaklarını tümüyle başka yerlere taşıyarak Assuan Gölü’nün suları altında kalmaktan kurtarmasıdır.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇOCUKLARA YARDIM FONU


BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇOCUKLARA YARDIM FONUBirleşmiş Milletler çatısı altında 1946 yılında kurulmuş yardım fonu. Kısa adı UNICEF’tir. Parasal kaynağı, üye ülkelerin bağışları, çeşitli kültürel etkinlikler, kutlama kartları ve yardım kampanyalarıdır. Merkezi New York’tadır. 1965 yılında Nobel Barış Ödülü’nü almıştır. Türkiye’de 1957 yılında açılan UNICEF temsilciliği, görevini sürdürmektedir.
Kuruluş amacı; üçüncü dünya ülkeleri çocuklarına yardımcı olmaktır. Daha sonra geliştirilerek tüm dünya çocuklarının sağlık ve esenliğini sağlamayı amaç edinmiştir. UNICEF, belirli hastalıkların önlenmesi ve tedavisi, gereksinim fazlası yiyeceklerin ihtiyacı olan öteki ülkelere gönderilmesi ve çocuklara her tür yardımın sağlanması gibi çalışmalar yapmaktadır.

BİRA MAYASI


BİRA MAYASIMantarlar grubunda yer alan bir hücreli canlı. Çıplak gözle görülmeyecek kadar küçük, yuvarlak ve renksiz hücreleri olan mayalar, genellikle bir araya gelmiş yığınlar hâlinde bulunur.
Oksijensiz koşullar altında bakteri ve mayalarda görülen şeker moleküllerinin parçalanarak enerji açığa çıkması olayına “mayalanma” (fermantasyon) denir.
Mayalar doğada çok yaygın olarak bulunurlar. Mayalandırma yoluyla baldan bal şarabı, malttan bira, üzüm suyundan da şarap yapımı çok eski çağlardan beri bilinmektedir.
Mayalanma olayının nasıl gerçekleştiği bilimsel olarak ilk kez 19. yüzyıl ortalarında ünlü Fransız bilgini Louis Pasteur (Luis Pastör) tarafından açıklanmıştır.

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ


EFLÂTUN CEM GÜNEYÜnlü masal yazarı Eflâtun Cem Güney’in 1957′de yayımladığı söylence derlemeleri kitabıdır. Kitapta Eflâtun Cem Güney’in benzersiz biçemiyle sunduğu 13 söylence yer almaktadır. Söylencelerin bazıları, çoğumuzun bildiği bazı halk türkülerinin çıkış öyküsü niteliğindedir.
Kara Koyun adlı söylence, oba beyinin kızına âşık olan çobanın olanaksızı başarmasını anlatmaktadır. Çoban, bey kızına kavuşabilmek için, koyunlarına üç gün boyunca tuz yalatıp su içirmeyecek, sonra da bir dereden karşıya yine su içirmeden geçirecektir. Çoban zoru başarır ama yine de muradına eremez.
Boş Beşik adlı söylencede Anadolu’da hâlen yer yer varlığını sürdüren “gelinlik etme” geleneği işlenmiştir. Geleneğe göre yeni evli kadınlar kayın pederlerinin yanında konuşmazlar. Söylencede oba beyinin gelininin gelinlik etme yüzünden kundaktaki bebeğini kurda kuşa yem edişi anlatılmaktadır.
Yaralı Geyik söylencesi av tutkunu bir gencin, bir geyiğin çağrısına uyarak evlendiği gece geyik avına çıkması, dağdan düşerek ölmesi işlenmektedir.
Sarı Kız söylencesinde ise, yörede güzelliği ile ün yapmış Sarı Kız’ın asılsız dedikodular nedeniyle babası tarafından Kaz Dağı’nda terk edilmesi, ama günahsız Sarı Kız’ın orada “ermişler safına katılması” anlatılmaktadır.
Kitapta yer alan diğer söylenceler şunlardır: Salkım Sögüt, Cennet Bursa, Kan Kuyusu, Şahitler Kayası, Pir Dolusu, Gelincik Günü, Üç Elma, Köse Dağı.

BİR HÜCRELİ CANLILAR

AMİP ÖRNEĞİSİLLİ ÖRNEĞİKAMÇILI ÖRNEĞİYalnızca bir tek hücreden oluşan canlılara verilen ad. Genellikle gözle görülemeyecek kadar küçüklerdir. Bölünerek ya da tomurcuklanarak çoğalırlar. Toprakta, tatlı sularda ve denizde yaşarlar. Bazıları hastalık nedenidir. Çok çeşitli şekilleri vardır. Bazıları serbest yarken, bazıları da cansızlara bağlanarak ya da bazı öteki canlılara bağımlı olarak yaşarlar. En ilkel canlılar olan bu grubun başlıca üyeleri bakteriler, virüsler, bakteriyofajlar ve mavi-yeşil alglerdir.

BİR GÜL ÇOCUK


Abdülkadir Budak’ın 1981 yılında yayımlanmış şiir kitabıdır.
Ozan, kitabının yaşanan zor günlerde çocuklara sevgi aşılamasını amaçlıyor. Ön sözünde yapıtının adını özellikle “Bir Gül Çocuk” koyduğunu belirtiyor; çünkü ona göre gülmek, acılara direnmenin somut bir anlatımıdır. Yapıtın adı, öteki anlamıyla çocuğun koklanması, kollanması gereken bir gül olduğunu çağrıştırıyor. Gül kendini dikeniyle korurmuş, insan da sevgisiyle…
Kitapta kısa kısa, çocukların bakış açısıyla ve çocuk anlatımıyla kaleme alınmış 35 şiir yer almakta. Her şiir için bir de resim yapılmış.
Kitap, soru sorduran, düşündüren, umut veren, güler yüzlü, sevgi dolu aynı zamanda eğitsel iletiler de taşıyan usta işi şiirlerle örülmüş.

BİNYAZAR, ADNAN


ADNAN BİNYAZAR(1934 Diyarbakır - ) Türk yazar ve eleştirmen. Dicle Köy Enstitüsünü ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdi. İlköğretmen okullarında öğretmen olarak çalıştı. Hacettepe Üniversitesinde Temel Bilimler Yüksek Okulu Türkçe Bölümünde öğretim üyeliği yaptı. Türk Tarih Kurumunda da görev aldı. Türk Dil Kurumu yayın kolu başkanlığına seçildi.
Varlık, Türk Dili, Papirüs ve Yeni Edebiyat’ta eleştiri, inceleme ve kitap tanıtma yazılarıyla öyküleri yayımlandı.
Masalını Yitiren Dev adlı anı-romanında, ancak on dört yaşında ilkokula başlayan Adnan Binyazar, yoksulluk içinde geçen çocukluk dönemini anlatıyor. Zorluklarla geçen çocukluk yıllarını; abartıya kaçmadan, tüm içtenliğiyle, çekinmeden, korkusuzca paylaşıyor okuyucuyla. Kendisi küçükken ayrılan annesi ve babası arasında kalan paramparça çocukluğu, İstanbul’da kimsesiz sokaklarda kalışı, pazarlarda hamallık, fabrikalarda işçilik yaptığı dönemi, öldüresiye döven ustasının yaşattığı acılar, Binyazar’ın köy enstitüsüne adım atmasıyla son bulur. Binyazar, Ağın-Diyarbakır-Elâzığ-İstanbul ekseninde geçen çocukluk yıllarını kaleme alırken o yılların Türkiyesi’ne ve yaşam biçimlerine de ayna tutar aynı zamanda.
Binyazar, toplumcu düşünce ilkesiyle yazdığı deneme ve öznel eleştirilerini Toplum ve Edebiyat (1972), Kültür ve Eğitim Sorunları (1976), Ağıt Toplumu, Ozanlar Yazarlar Kitaplar adlı kitaplarında topladı.
Binyazar’ın öteki kitapları Yazmak Sanatı (1969, Emin Özdemir’le birlikte), Dede Korkut, Âşık Veysel, Yazın ve Bilim Dilimiz (1978), (Metin Öztekin’le birlikte), Yazılı Anlatım Bilgileri (Emin Özdemir’le birlikte), Kan Turalı, Türk Dilinde 25 Ünlü Eser (1982), Dedem Korkut/Vier attürkische Nomadensagan (Türkçe-Almanca), Yaralı Mahmut, 15 Türk Masalı, Öğretmen Kılavuzu, Halk Anlatıları’dır.

BİLMECE


Bir nesnenin adını anmadan, niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o nesnenin ne olduğunu bilmesini dinleyiciden isteyen çoğu uyaklı küçük söz dizisi. Ortak halk edebiyatı ürünlerindendir.
Sarı öküzüm yatar kalkmaz,
Gök öküzüm gider gelmez.
Cevap:
Ateş - Duman

Akciğer Sönmesi Nedir?


Diğer adı pnömotoraks olan akciğer sönmesi olayı çok çeşitli nedenlerle kendini gösterebilir. Yani başlı başına bir hastalık değil, bazı hastalıkların neticesidir. Akciğerler, içi havayladolu olan, dışındaki zar sayesinde havaalışverişini sadece belirli yollarla yapan ve göğsümüzün içinde bulunan organlardır. Normal olarak bu zar içeri giren çıkan havayı muhafaza eder. Eğer bu zar tahrip olup üzerinde delik açılırsa normal olmayan bir yol ile hava çıkışı sağlanır. Yani istem dışı hava kaçırılır. Bu hava ağız, burun yoluyla dışarı da atılamadığı için artık akciğerlerin üzerinde, yani göğsümüzün altında birikmeye başlar. Birikme arttıkça akciğerlere olan basınç da artar. Bu basınç da normal yollarla gerçekleşen hava değişimini, yani solunumu doğrudan etkiler ve nefes alıp vermede sıkıntılar çıkar. İşte böyle bir durum gerçekleşirse bu olaya akciğer sönmesi deniyor.
Zamanla akciğerin sönme miktarı artar. Bunun artmasının sebebi havanın daha fazla birikim sağlamasıdır. Buna bağlı olarak bazı belirtiler gün yüzüne çıkar. En etkili belirtisi nefes darlığı ve göğüste meydana gelen ağrılardır. Eğer tamamen sönene kadar fark edilmezse, tam sönme gerçekleştiğinde kişinin tansiyonu çok fazla düşer ve vücutta morarmalar gerçekleşir. Kalp atışları da bunlara bağlı olarak artar. Belirtileri daha erken hissedenlere akciğer filmi çekilir. Ayrıca göğüs tomografisi de kullanılabilir. Bu yollarla akciğer sönmesi var yada yok şeklinde kanıya varılıp duruma göre tedaviye başlanır. Tedavinin amacı önce havayı o kısımdan almak ve o hava birikimine neden olan tahribatın onarımını sağlamak üzerinedir. Havanın vücuttan atılması için hastanede çeşitli uygulamalara başvurulur. Buna uzman hekimler karar verir. Şırınga ile havayı çekmek, konsantre oksijen solutmak veya damara takılan ince tüpler olan kateter yoluyla hava boşaltımı sağlanır. Zardaki yaranın kapanması için ilaç tedavisi uygulanır. Ancak bazı durumlarda endoskopik ameliyat veya açık ameliyata da başvurulabilir. Akciğer tümörleri, akciğer travmaları, enfeksiyon vb. sebeplere dayalı olarak akciğer sönmesi gerçekleşebilir.Bu olayın tedavisinden sonra da tekrarlama riski vardır. Çünkü tek başına bir hastalık olmadığı için asıl nedenin bulunması ve tedavi edilmesi şarttır. Aksi takdirde tekrarlama riski yüksektir.

Paraşüt Sporunun Tarihçesi ve Atatürk


Günümüzde kullanılan paraşütün ana ilkelerini “Leonorda Da Vinci”nin bulmuştur. Dünyadahavadan paraşütle ilk inişi 22 Ekim 1797 ‘de Fransız havacısı “Andre Garnerin” gerçekleştirdi. Paris’ten havalanan bir balonla yükseğe çıktıktan sonra balonu sepete bağlayan ipi kesti ve paraşütle yere inmeyi başardı.Uçaktan ilk paraşütle atlayan ise ABD li Yüzbaşı Berry ve 10 Mart 1912’de Saint Louis’de gerçekleştirirdi.1913 te Fransız pilotu Pegoud, uçağın gövdesine yerleştirilen bir paraşütle atlayarak Avrupa’daki ilk paraşütle atlamayı başardı.
Paraşüt ipek gibi naylon kumaştan yapılmaktadır. Şemsiye biçimde olduğu gibi kare ya da dikdörtgen şeklinde paraşütler vardır. Yüksek bir yerden düşen ya da inen bir cismin, bir insan düşüşünü ağırlaştırarak yere inmesini sağlayan düzenektir. Uzay uçuşlarındaparaşütlerden yararlanılır. Uzay araçlarının ve füze başlıklarının uzaydan yeryüzüne dönüşlerindeki hızı azaltmak için kullanılır.
Birinci dünya ve ikinci dünya savaşlarında gerek asker gerekse malzeme indirmenin yanı sıra uçakları arızalanan birçok pilotun yaşamını kurtardı. Askeri amaçlı kullanılan paraşüt zamanla spor dalı haline geldi ve ülkemizde de büyük rağbet gördü. Turizm amaçlıda kullanılmaya olanak sağladı. Türkiye’de dünyada ilgi uyanan bu paraşüt sporunu dünyaya çok yakından izleyen “Mustafa Kemal Atatürk”ün ilgisini çekti. Bu yeni sporun Türk gençleriarasında yayılmasını isteyen Atatürk 3 Mayıs 1935’te “Türk Kuşu”nu kurdurttu. SSCB den getirilen “Anohin” adındaki Sovyet çalıştırıcısı ilk Türk paraşütçüleri yetiştirdi. Bunlar arasında “Abdurrahaman Türk kuşu”, “Mehmet Esengil”,Rüstem Mavituna” öğrenmekle kalmayıp birçok genç paraşütçü yetiştirmek için hocalık yaptılar.1936 yılında Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle yapılan Türk Kuşu gösterileri esnasında 600 metreden yaptığı atlayışta paraşütü kilitlenen 18 yaşındaki Türk kızı “ERİBE TÜRKKUŞ” bu spor dalının ilk ŞEHİDİ olmuştur. Bu spor dalının ilk şehidi, paraşüt spor dalının İlk Türk hocalarından olan Abdurrahman Türkkuşunun kızıydı.
Ankara ve İzmir’de yapılan paraşüt kuleleri gençleri bu spor dalına çeken bir etmen olmuştur.1962 de düzenlenen dünya paraşüt şampiyonasında Türk sporcuları da yarıştı.1966 yapılan uluslar arası yarışmada Türk sporcular ikincilik, dördüncülük ve yedincilik olma başarısını yakaladı. Türk paraşüt sporunun en büyük zaferi 1987 yılında elde etti. Güney korede düzenlenen dünya gençler paraşüt şampiyonasında “Bülent Görgeç” altın madalya kazanarak dünyaya ismini duyurdu. Ve Sedat Simavi vakfı spor dalı ödülü aldı.