15 Aralık 2011 Perşembe

roma imparatorluğu

Bugünkü İtal­ya'nın Latium bölgesinde, Tiber Irmağı'na bakan tepelerde kurulmuş birkaç köyden oluşan eski Roma, sonradan dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin merkezi oldu. Romalılar tarihte pek çok ülkenin dilini, edebiyatını, yasalarını, yönetim biçimi­ni ve mimarlığını etkiledi.
Bir efsaneye göre Roma kenti İÖ 753'te Romus ve Romulus tarafından kurulmuştur. Ama bu kuruluş öyküsü gerçeği tam olarak yansıtmaz. Günü­müzde, geçmişteki olayların tarihi nasıl İÖ ve İS diye belirtiliyorsa, Romalılar da Roma'nın kuruluşunu tarihin başlangıcı olarak kabul ederdi. Roma'nın, Fenikelilerin Afrika'nın kuzeyinde Kartaca'yı kurmalarından yaklaşık 60 yıl sonra kurulduğu bilinmektedir. Kartaca sonradan Roma'nın en büyük rakiplerinden biri oldu.

Roma Cumhuriyeti
Roma'nın tepelerinde İÖ 8. yüzyılda birbirin­den ayrı köyler kurulmuştu. Yüzyılların birik­tirdiği kalıntıların alt katmanlarında, bu köy­lerde yaşamış olan insanların gösterişsiz me­zarları ve kulübeleri bulunmuştur. Önemli bir yol kavşağı ve Tiber Irmağı'nın köprübaşı olan Roma, Etrüsklerin bölgeyi ele geçirme­siyle gerçek bir kent görünümü kazandı. Etrüskler bataklıkları kuruttular ve geniş çaplı bayındırlık işlerine giriştiler. Yunanlılardan almış oldukları alfabeyi, ölçü birimlerini ve çeşitli paralan Romalılara ta­nıttılar. Romalılar Etrüsklerden etkilenmek­le birlikte, törelerini ve dilleri olan Latinceyi değiştirmediler. Bağımsız kişiliklerini koru­dular.
Romalılar İÖ 509'da Tarquinialıları topraklarından kovarak, babadan oğula geçen bir krallık yerine, yöneticilerini kendilerinin seçtikleri bir cumhuriyet kurdular. Tarquinialılar, Etrüsklerin yardımıyla Roma'ya saldı­rarak tahtlarını geri almayı denedilerse de başarılı olamadılar. Ünlü Romalı şair Quintus Horatius'un Tiber Irmağı'nı korumak amacıyla nöbet tuttuğuna ilişkin öykü bu döneme aittir. Etrüsklerin Roma'dan ve Latium böl­gesinden İÖ 470 dolaylarında ayrıldığı sanıl­maktadır.
Giderek cumhuriyetçi bir devlet yapısının oluştuğu Roma'da yönetim patricilefin, yani soyluların elindeydi. Senatoya (Roma Parla­mentosu) yalnızca onlar seçilebilirdi. Her yıl bu senatörlerin arasından iki konsül seçilir, konsüller barış döneminde yasa önerisinde bulunur, senato toplantılarını yönetir, savaş döneminde ise ordulara komuta ederlerdi.
Etrüskler eski güçlerini yitirmeye başlayın­ca soylulara karşı plebler'in (halk kesimi) yanında yer almaya başladılar. Patriciler ile plebler arasında yüzyıllarca sürecek bir müca­dele başladı. Toprakların tümü soylulara aitti. Halkın kendi hesabına çalışarak yaşamım kazanma olanağı yoktu. İÖ 493'te plebler topluca kentin dışına çıktılar ve hakları veril­mezse yeni bir kent kuracaklarını ilan ederek soyluları tehdit ettiler. Bu durumdan korkan soylular, pleblerin çıkarlarını korumaları ve haklarını savunabilmeleri için iki temsilci seçmelerine razı oldular. Bundan başka pleblere kendi meclislerini kurma hakkı da tanın­dı. Zamanla plebler güçlendi; meclisleri yasa önerme yetkisine sahip oldu ve İÖ 4. yüzyıl­dan başlayarak iki konsülden biri pleblerden seçilmeye başlandı.
İÖ 390'da Galyalılar Roma'yı yağmaladı­lar, yakıp yıktılar. Romalı senatörler, kenti terk etmedikleri için topluca kılıçtan geçirildi­ler. Sadece, surlarla çevrili olan Capitolium (bugün Capitolino) Tepesi direnebildi. Galyalılar ancak büyük bir fidye karşılığı kenti terk ettiler. Galyalılar'ın saldırısını başka saldırılar izledi. Ekuviler, Volskiler ve Samnitler Roma ordularıyla çarpıştı. İÖ 321'de Samnitler Romalıları Napoli'nin kuzeyinde bulunan dar bir geçitte kıstırarak yenilgiye uğrattı. Roma­lılar teslim olmak zorunda kaldı. Buna karşın, Romalılar genelde hem topraklarını genişleti­yor, hem de güçlerini artırıyordu. Ele geçir­dikleri yerlere bazen kendi adamlarını yerleş­tirerek koloniler kuruyorlardı. Yabancı düş­manların ilki, Epir Kralı Yunanlı Pyrrhos oldu. Pyrrhos İÖ 280'de İtalya'nın güneyine çıkarma yaptı. Yunanlıların, Romalıların bilmediği iki savaş yönte­mi vardı. Bunlardan biri phalanks denen, ağır zırhlı piyadelerin omuz omza sekiz sıra halin­de dizilerek saldırıya geçmeleriydi. Ellerinde kalkanları ve mızraklarıyla karşılarındaki gev­şek örgütlenmiş askerleri kolayca yıldırabiliyorlardı. Öbür yöntem ise, savaş alanına fille­rin sokul maşıydı. Böylesine beklenmedik bir olayla karşılaşan askerler ne yapacaklarını şaşırıyordu. Daha sonra ünlü Kartaca komutanı Hannibal de savaşta fillerden yararlanmıştı. Pyrrhos Romalılara karşı iki zafer kazan­dı. Ama öyle çok kayıp verdi ki, "Pyrrhos zaferi" deyimi, pahalıya mal olmuş bir zafe­rin yenilgiyle eşdeğer olduğu anlamında, bir­çok dile yerleşti. Pyrrhos'un üçüncü saldırı­sı ise yenilgi ile sonuçlandı ve İtalya'yı terk etmek zorunda kaldı. Roma artık İtalya'nın neredeyse tümünü denetimi altına al­mıştı.
İÖ 3. yüzyılın ortalarında Kartaca ile Roma arasında çatışma başladı. Hızla güçlenen bu iki devlet için Akdeniz ticaretini ele geçirmek çok önemliydi. İÖ 264'te Roma ile Kartaca arasında, tarihte Kartaca Savaşları olarak anılan bir dizi savaşın ilki başladı. Bu savaş 241'de sona erdi. Banş ilan edildiğinde Kartacalılar Sicilya'yı Roma'ya vermek ve savaş zararlarını ödemek zorunda kaldı. 23 yıl süren gergin bir banş döneminden sonra Kartaca Savaşları'nın ikincisi ve en büyüğü, Kartacalı komutan Hannibal'in İspanya'dan yürüyüşe geçmesiyle başladı. Hannibal ordusu ile Rhöne Irmağı'nı ve Alpler'i aştı; önünde ne varsa ezip geçerek İtalya'ya girdi. Cannae'de büyük bir zafer kazandı. Ama bundan sonra Romalı­lar başarılı savaş taktikleriyle Kartaca ordusu­nu yıprattılar. Hannibal İÖ 203'te İtalya'yı terk ederek Kartaca'ya geri döndü. Bundan bir yıl sonra da Zama Savaşı'nda Romalı komutan Scipio Africanus'a yenildi.
Kartaca ile Roma arasındaki barış 50 yıl sürdü. Kartaca eski zenginliğini ve önemini yeniden kazanmaya başladı. Bundan tedirgin olan Romalılar Kartaca'ya saldırdı. III. Kar­taca Savaşı ile (İÖ 146) Kartaca Devleti tarihten silindi.

Roma Ordusu
Roma artık Akdeniz çevresindeki ülkelerin hepsinden üstün olma yolundaydı. Başarısını büyük ölçüde ordusuna borçluydu. Kurulu­şundan İS 3. yüzyıla kadar Roma ordusunun belkemiğini lejyonlar (alaylar) oluşturdu. Bir lejyon 4.000-6.000 askerden oluşuyordu. Lej­yonun onda birine kohort (tabur) deniyordu. Eyalet ya da vali yardımcılarına eşdeğerde olan komutanları legatus sanına sahipti. Komutanın emrindeki subaylara tribunus, ast­subaydan aşağı rütbedekilere ise centurion denirdi. Lejyon, Roma yurttaşı olan seçkin askerlerden oluşuyordu. Yedeklerden, yani orduda hizmet gören yabancılardan her za­man daha fazla ücret alırlardı.
Lejyon askerleri zırhlı piyadelerdi. Disip­linli ve iyi eğitilmiş olan Roma piyadeleri tüm ülkelerin korkulu rüyasıydı. Her birinin iki ciriti ipüd) ve bir kısa kılıcı (gladius) olurdu. Piyadeler yedeklerle desteklenir, genellikle 500'er kişilik birimler halinde örgütlenirlerdi.
Seferberlik durumunda orduya bazı uzman­lar da katılırdı. Bunlardan biri kamp komuta­nıydı. Ordu konakladığı zaman konaklanan yerin çevresine hendek kazmadan ve gerekli güvenlik önlemlerini almadan geceyi geçir­mezlerdi. Askerlerin her birinin, kamp kurar­ken ve bir sonraki gün kampı toplarken yükümlü oldukları görevler vardı.
Quaestor ordunun para işlerinden sorum­luydu. Mühendisler, usta ve zanaatkârlar da orduya eşlik ederdi. Kuşatma eyleminden ve oldukça ilkel olan topların kullanılışından ve bakımından onlar sorumluydu. Mancınık ve arbaletlerden oluşan "toplar", genellikle sal­dırılarda ağır taş gülleleri ya da kayaları fırlatmak için kullanılırdı. Mühendisler kuşat­malarda kolayca kurulabilen, hareketli kule­lerin yapımını denetlerdi. Askerler bunlarla düşman kalesinin içini görme olanağı elde ettikleri için, taş ve oklarını yağdırmakta güçlük çekmezlerdi.
Roma askerlerinin başarısında yiğitlikleri­nin yanı sıra dirençlerinin de büyük payı vardı. Çok güçlü ve sağlıklı olan askerler, silahlarından başka, iki hafta yetecek kadar yiyeceği ve kamp kurmak için gerekli araç gereci yanlarında taşımak zorundaydı.
Askerler, savaş hattına girdikleri zaman ayrı, kol halinde yürüdükleri zaman ayrı adlar alırdı. Savaş sırasında ağır bir saldın altında kalırlarsa bir araya gelerek bir blok oluşturur­lardı. Lejyonun simgesi tunç ya da gümüşten yapılan kartaldı. Kanatlan iki yana açık olur­du. Romalılar için kartalın düşmanın eline geçmesi onur kinci bir olaydı.
Roma'nın yükseliş döneminde ordu yenil­mezliği ile ün salmıştı. Bunun üç temel nedeni vardı: Birincisi disiplin, ikincisi sıkı ve yetkin bir eğitim, üçüncüsü ise askerlik konusunda yenilikleri hemen benimsemeleriydi.

Cumhuriyetten İmparatorluğa
İÖ 3. yüzyılın sonlarına doğru, Yunan uygar­lığı Roma'da yayılmaya başladı. Romalılar bu uygarlığa büyük bir saygı ve hayranlık duyu­yordu. Bu nedenle, Makedonya Kralı V. Philippos (İÖ 238-179) Yunan kentlerini ve Anadolu'yu tehdit edip de, bu kentler Roma' dan yardım isteyince, bu isteğe olumlu yanıt veren Romalılar, Makedonyalılarda dört yıl çarpıştılar. Sonuçta Doğu Akdeniz Roma'nın denetimine girdi; İÖ 146'da Makedonya ve Yunanistan da birer Roma eyaleti oldu. Böylece tüm Akdeniz Roma'nın egemenliği altına girdi.
Bu zaferler sonucu Roma güçlendi ve zenginleşti. Mal ve köle ticareti gelişti. Sena­törler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olma­nın yollarını ararken, bazı eyalet yöneticileri­nin de vergi toplarken zora başvurmaları halkın tepkisini çekiyordu. Kişisel hırslar ve açgözlülük, cumhuriyetin ilk yıllarındaki yurtseverliğin ve özverinin yerine geçmişti.
İÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru yönetici sınıfın davranışlarını eleştiren Tiberius ve Gaius Gracchus adlarında iki kardeş, halkın daha fazla hak sahibi olması için mücadele etmeye başladılar. İÖ 133'te soyluların el koyduğu kamu topraklarını yoksul halka da­ğıtmak için bir yasa tasarısı hazırladılar. Romalıları uyandırmak için canlan pahasına mücadele eden bu kardeşlerin ikisi de acıma­sızca öldürüldü. Ama çabaları boşuna olma­mış, Romalılarda, haksızlıkların ortadan kalkması için siyasal bir reform gerektiği inancı yerleşmişti.
Bu sıralarda Roma ordusunda köklü bir değişiklik oldu. Ücretli askerler yurttaş asker­lerin yerini almaya başladı. Yurttaş askerler tümüyle ülkelerine bağlı oldukları halde, yeni profesyonel askerler, komutanları her kim ise ona bağlanıyordu. Bu durum Roma'nın siyasal yaşamını büyük ölçüde etkiledi. O ta­rihten sonra, başarılı generaller ordularının desteğiyle üstün bir güç ve yetki sahibi olma­ya başladı.
Gaius Marius'un askerlerin desteğiyle nasıl yükseldiği buna örnektir. Doğuştan pleb olan Marius, kendine sadık ordusunun desteğiyle konsül olmuştu. İlk kez İÖ 105'te Kuzey Afrika'da Numidya'nın kralı olan Iugurtha'yı yenerek ünlenen Marius, daha sonra İtalya' mn kuzeyini tehdit eden Germen kabilelerini de üst üste iki kez yenmeyi başarmıştı. Bun­dan sonra patricilerin generali Sulla ile güçle­rini birleştirerek, Roma ile savaşan komşu halkları yenilgiye uğrattı. Sulla, Yunanistan'ı ve doğuyu tehdit eden Mithridates'le savaş­mak için Roma'dan ayrıldı.
"Mithras" Güneş tanrısının adıydı. Mithridates ise "Güneş tanrısının soyundan" anla­mına geliyordu. Karadeniz'in doğusunda bir krallık olan Pontos tahtına geçen VI. Mithridates, kanlı bir egemenlik kurarak dünyaya korku salmış, annesini hapse attırdıktan baş­ka, kardeşini de öldürtmüştü. Üç ayrı zaman­da Roma'ya savaş açan Mithridates, sonunda Romalı general Pompeius'a yenildi. Sulla doğuda Mithridates'le sava­şırken, Marius Roma'da yönetime el koydu. Sulla seferden döndüğünde Marius ölmüştü, ama Sulla öcünü Marius'un yandaşlarından ve halktan aldı. Sonsuz yetkilerle İÖ 82'de ken­dini diktatör seçtirdi.
Süha'dan sonra Roma'da yasadışı olaylaı ve siyasetçilerin entrikaları hız kazandı. İÖ 73'te Spartaküs adında bir gladyatör köleler­den oluşturduğu ordusuyla Roma'ya başkal­dırdı. Çok sayı­da Roma lejyonunu yenilgiye uğrattıktan sonra İÖ 71'de yenildi ve öldürüldü.
İÖ 1. yüzyılın ortaları Jül Sezar ile Pompei­us arasındaki rekabetle geçti. Her ikisi de yetenekli ve değerli önderlerdi. Bir süre, zengin bir soylu olan Marcus Crassus'u da aralarına alarak triumvirlik denen üçlü yöne­tim denemesinde bulundular. (Sonraki üçlü yönetimlerden ayırmak için, Sezar'ın da için­de bulunduğu üçlü, Birinci Triumvirlik olarak adlandırılır.) Crassus, İÖ 53'te öldükten son­ra Pompeius, Sezar'ın Galya'daki askeri basa­nlarını eskisinden daha fazla kıskanmaya başladı. Sezar'ın geri çağnlması için hükümeti etkiledi. Sezar, bu buyruğa uyarak geri dönecek olursa, ordusu­nu terk etmek zorunda kalacağının bilincin­deydi. Bu yüzden İÖ 49'da ordusunun başın­da yola çıktı. Kendi bölgesi olan Gallia Cisalpina ile geri kalan İtalyan topraklan arasında sınır oluşturan Rubicon Irmağı'nı geçtikten sonra, dönüşü olmayan bir noktaya geldi. Roma'da güçlü bir destek sağlayamaya­cağını anlayan Pompeius Yunanistan'a kaçtı.
Gücünü kanıtlamak için savaşmayı sürdü­ren Sezar İÖ 45'te Roma'ya döndü ve ömür boyu başkanlığa seçildi. Ne var ki, bazı sena­törler Roma'nın özgürlüğü açısından Sezar'ın planlarını sakıncalı buluyordu. Sezar çok geç­meden, bir senato toplantısından sonra han­çerlenerek öldürüldü (İÖ 44).
Bundan sonra iktidar Marcus Antonius'a geçti. Ne var ki, Se­zar'ın evlat edinmiş olduğu genç Octavius Roma'ya dönünce, aralarında çatışma çıktı. Oc­tavius senato tarafından konsüllüğe getirildi. Gaius Julius Caesar Octavianus adıyla, Sezar'ın evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir sü­re sonra Octavianus ve Antonius uzlaşmaya vararak, Sezar'ın süvari komutanı Marcus Lepidus'un da katılmasıyla İkinci Triumvirlik'i kurdular. Sezar'a komplo kurarak öldüren Brutus ve Gaius Longinus Cassius'a karşı sa­vaş açarak, onları İÖ 42'de Makedonya'da yendiler. Bundan sonra doğuya giden Antoni­us, orada karşılaştığı Mısır Kraliçesi Kleopatra'ya âşık oldu ve arkasından Mısır'a gitti. Octavianus'la yeniden ara­sı açıldı. İÖ 31'de Yunanistan'ın batı kı­yılarındaki Aktium Savaşı'nda Octavianus, Antonius'un donanmasını dağıttı ve Roma' nın rakipsiz önderi olarak yönetimi ele ge­çirdi.


Roma İmparatorluğu
Octavianus İS 14'te ölünceye kadar, tam 45 yıl Roma'yı yönetti. İÖ 27'de kendisine, "yü­ce" anlamında Augustus sanı verilmişti; ama o "şef demek olan Princeps'i yeğledi. Çok bü­yük bir güce sahip olmasına karşın, Roma'nın eskiden olduğu gibi cumhuriyetle yönetildiği izlenimini yaratmaya büyük özen gösterdi. O dönemde krallar mutlak egemenliğe sahipti. Romalılar böyle bir yönetim istemiyordu.
Augustus yönetiminde Roma en parlak dö­nemini yaşadı. Ticaret çok büyük bir gelişme gösterdi. Roma yasaları imparatorluğun her yerinde uygulanmaktaydı. Güçlü hükümet, lejyonlarca da destekleniyordu. İmparatorlu­ğun egemen olduğu bölgelerdeki yerli halkla­rın haklarına saygı gösteriliyordu. Yüzyıllar­dan beri sürmekte olan çekişme ve kargaşanın sona ermesi Augustus'un başarısıydı. Halk, yasaların güvencesi altında olmanın huzuru içindeydi.

Yurttaşlık ve Yasalar
Roma İmparatorluğu döneminde Roma yurt­taşlarının pek çok ayrıcalığı vardı. Başlangıçta yurttaşlık Roma'ya hizmeti geçmiş kimselere verilirdi; daha sonra yurttaşlık hakkı yaygın­laştırıldı. Roma yasaları sonraki yüzyıllarda da pek çok ülkede etkisini sürdürdü. Günü­müzde birçok Avrupa ülkesinin yasalarının temelinde Roma yasaları vardır. Bu yasalar Roma imparatorlarınca büyük bir titizlikle uygulanmıştır. Bunların çoğu, kralların hem yönetici, hem de yargıç olduğu ve yasaların yazılı olmayıp gelenek ve ahlak kurallarına göre belirlendiği çok eski zamanlardan beri gelişerek yetkinleşmiştir. İÖ 5. yüzyılın ortalarında Roma'da temel yasalar yazılmış bulu­nuyordu. Herkesin bu yasaların ne olduğunu bilerek, uyma zorunluluğu vardı.
Bu yasalara göre ailede baba öteki bireyle­rin üzerinde tartışmasız bir otoriteye sahipti. Zaman içinde bazı yasalar değiştirilerek geliş­tirildi. İS 6. yüzyılda Bizans İmparatoru I. Jüstinyen hukukçuları ve bilginleri toplaya­rak, dağınık bir biçimdeki yasaları inceleme­lerini, derlemelerini ve kamuya açıklamaları­nı istedi. Corpus Iuris Civilis ("Medeni Hu­kuk Yasaları") olarak bilinen bu yasa derle­mesi, Roma yasalarının daha sonraki yüzyılla­ra kalmasını sağladı.
Roma yasalarının zamanın sınavından ba­sarıyla geçmiş olması bizleri şaşırtmamalı. Çünkü Romalılar düzenleme, örgütleme ve yönetmekte olduğu kadar, sorunlara çözüm bulmakta da çok başarılıydılar. Bu bakımdan sanatsal duyarlıkları ağır basan Yunanlılar' dan üstündüler. Romalılar, uluslararası ilişki­lere belirli ölçütler getiren kurallar da geliştir­mişlerdi.

Augustus'tan Sonra İmparatorluğun Durumu

Augustus ölmeden önce imparatorluğa üvey oğlu Tiberius'u seçmişti. İS 14'te başa geçen Tiberius, yayılmacı bir siyasetten yana değil­di. Daha yönetimdeyken, Tiberius'tan sonra kimin başa geçeceğine ilişkin tartışma ve kav­galar başlamıştı. Augustus'un kurmuş olduğu güçlü yönetim ağı bir süre ülkenin gerilemesi­ni önledi. Tiberius'tan sonra Caligula 25 ya­şında imparator oldu. Babası Germanicus as­ker olduğu için, çocukluğu askerler arasında geçmişti. Halk babasını sevdiği gibi, onu da benimsedi. Caligula başa geçtiği ilk aylarda iyi bir yönetici izlenimi veriyordu. Ama sekiz ay sonra hastalandı, belki de bu hastalığın et­kisiyle, daha sonraki yıllarda dengesiz davra­nışlarda bulundu. Roma'nın en tanınmış ailelerini yok etti. Cumhuriyet döneminin törele­rine karşı duyduğu tepkiyi göstermek için sev­diği atını önce rahip, sonra da konsül ilan etti. Bir gladyatör gibi dövüştü, akrabalarının ço­ğunu öldürdü. Acımasızlığı dillere destan ol­du. Dört yıl süren kanlı bir saltanattan sonra koruma görevlilerinden biri tarafından öldü­rüldü.
Caligula'nın ardından, İS 41-54 arasında hüküm süren Claudius yetkin bir yöneticiydi. Roma yurttaşlığını genişleterek yabancı top­luluklara da yurttaşlık hakkı tanıdı. Özgürlü­ğünü kazanmış Yunanlı köleleri önemli devlet görevlerine getirdi. Bu onların güçlenmesine yol açtı. Üçüncü karısı Valeria Messalina entrikaları ve yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. İS 48'de idam edildi. Claudius'un dördüncü kansı olan Agrippina, önceki kocasından olan oğlu Neron'u evlat edinmesi için Claudius'a baskı yaptı. Oysa Clauidus'un Britannicus adında bir oğlu vardı. İS 43'te Romalılar Clau­dius'un komutasında İngiltere'yi işgal ede­rek, adanın doğusunu Roma İmparatorluğu' na kattılar. Caligula'nın ve Claudius'un dönemlerinde eyalet yöneticilerinin yetkin ve güçlü olmaları sayesinde imparatorluk geliş­mesini sürdürdü. İS 54'te Ag­rippina Claudius'u zehirledi, böylece oğlu Neron tahta geçti. İlk beş yıl sorunsuz geçti; ne var ki, sonraki yıllarda benzeri görülmemiş bir dehşet yaşandı. Neron annesini ve karısını öldürttükten başka, zamanın önde gelen yö-netcilerini de birer birer ortadan kaldırttı.
Neron atletizm, tiyatro ve şiir yarışmaları da düzenletti. Hükümdarlığının 10. yılında Roma'da büyük bir yangın çıktı. Neron bun­dan ilk Hıristiyanları sorumlu tuttu ve onlara eziyet etti. Kentin yeniden yapılması için bü­yük paralar harcadı.
Roma İmparatorluğu'nun tarihine bakacak olursak çöküşün Neron zamanında başlamış olduğunu görürüz. Vergi yükü altında ezilen insanlar sıkı ve düzenli çalışamaz olmuştu. Ordu siyasete karışıyor, hükümet ordunun is­temlerine çoğu zaman boyun eğiyordu. Neron'un savurganlığı imparatorluğun birçok yerinde ayaklanmalara yol açmıştı. Sonunda orduyu da karşısında bulan Neron intihar etti.
Çok geçmeden lejyonlar arasında kıran kı­rana bir iç savaş başladı. Bu kargaşanın so­nunda Vespasianus adında bir general Flavius hanedanını kurdu. Ağır vergilerle ülkenin mali durumunu düzeltti. İS 69-79 arasında hü­küm süren Vespasianus ve ondan sonra gelen Titus ve Domitianus adlı imparatorlar büyük ölçüde ordunun gücüne dayandılar. Askeri düzenlemelerle sınırları koruyabildiler. İS 79'da, Titus döneminde patlayan Vezüv Ya­nardağı bir Roma kenti olan Pompei'yi lavlar ve küller altında bıraktı. Bu olaydan yüzlerce yıl sonra arkeologlar her şeyi, patlama anında oldukları gibi buldular. Böylece İS 1. yüzyılda bir Roma kentinde nasıl yaşandığına ilişkin pek çok şey öğrenildi.
Domitianus 81'de imparator oldu. İmpara­torluğunun son üç yılında Romalılar insanlık­la bağdaşmayan korkunç bir terör yaşadılar. Domitianus 96'da öldürüldü. Ondan sonra tahta geçen Nerva yalnız iki yıl yaşadı. Traianus ve yeğeni Hadrianus düzeni yeniden kur­mak için çok çaba gösterdiler. İS 98'de başa geçen Traianus imparatorluğun sınırlarını ge­nişletti. Akıllı ve ölçülü yönetimi, halkın yeniden devlete güven duymasını sağladı. Hadrianus, ülkeye çoktan özlenen barış ve bolluğu geri getirmekte başarılı oldu. 117'de impara­tor olan Hadrianus, Roma topraklarını baştanbaşa denetleyerek, zayıf gördüğü yerleri sur­larla güçlendirdi. 122'de İngiltere'ye kadar gitti. Adanın kuzeydoğusunda İskoç saldırıla­rına karşı kendi adıyla anılan bir duvar yaptır­dı. Onun başarısı sayesinde bir sonraki imparator Antoninus Pius sanatsal etkinliklere zaman ayırabildi. 138-161 arasında Pius yönetimi sırasında imparatorluk çok gelişti.
Marcus Aurelius'un öğrenmeye hevesli ze­ki ve akıllı bir genç olması Antoninus Pius'un ilgisini çekti. Lucius Commodus adlı bir başka gençle birlikte onu evlat edindi. Amacı tahtını bu gençlere bırakmaktı. İS 161'de ikisi birden tahta geçti. Lucius İS 169'da öldü ve Marcus tahtta tek başına kaldı.

İmparatorluğun Çökmesi
Nerva ile başlayan ve Marcus Aurelius'a ka­dar süren dönem, Roma tarihinin varlık ve barış içinde yaşadığı yıllar oldu. Ama impara­torluğun bazı yörelerinde çıkan isyanlar bu dönemin sona ermekte olduğunu gösteriyor­du. Marcus Aurelius imparatorluğun doğu sı­nırını güvence altına aldıktan sonra kuzeydeki barbar kabileleri de bir dizi savaşla eski yerle­rine sürdü. Depremler ve su baskınları Roma' nın büyük bir bölümünün yıkılmasına, tahıl depolarının zarar görmesine yol açtı. Bu da kenti kıtlığa sürükledi. Doğudan gelen veba da hızla yayıldı. Tüm bunlara karşın, Marcus Aurelius vergileri olabildiğince azaltarak ve mahkemelerin iyi işlemesini sağlayarak so­rumlu bir yönetici olduğunu gösterdi. İmpara­torluğun gücünü tehdit ettiğini düşündüğü Hıristiyanlara karşı baskıcı bir siyaset izledi.
Marcus Aurelius Ta eis Eauton ("Kendime Düşünceler") adlı kitabında bilgelik, doğru­luk, direnç ve ölçülülük olarak belirlediği dört temel erdemden söz eder.
İS 180'de Marcus Aurelius'un ölümünden sonra imparatorluk 100 yıl boyunca "barbar" denen kavimlerin saldırısı altında kaldı. Bar­bar sözcüğü, Eski Yunanlılar tarafından, Ro­malılar da içinde olmak üzere, kendilerinden olmayan herkes için kullanılırdı. Eski Yunan­lılar tüm yabancıların yabanıl ve uygarlıktan yoksun olduğuna inanırlardı. Romalılar ise, aynı sözcüğü Roma topraklarına saldıran Got, Vandal, Frank ve Germen kavimleri için kullandılar. Roma İmparatorluğu denetlen­mesi çok zor olan bir büyüklükteydi. En gör­kemli çağında, kuzeyde İngiltere'den güney­de Afrika çöllerine, batıda Atlas Okyanusu'ndan doğuda Mezopotamya sınırlarına dayanı­yordu. Bugün hâlâ izlerine rastlanan Roma yollan, insanların güvenlik içinde imparator­luğun bir ucundan öbürüne gidip gelmelerini sağlardı.
İmparatorluk sınırlarının böylesine genişle­mesi Roma'nın eyaletler üzerindeki doğrudan yönetimini giderek zorlaştırdı. Kölelik yay­gınlığını sürdürürken, halk da yoksulluk için­deydi. İmparatorluğun başlıca sorunlarından biri, sınırlarını korumak için büyük bir ordu besleme zorunluluğuydu. Marcus Aurelius'un yerini alan oğlu Commodus döneminde (180-192) imparatorluk iç çekişmelerle sarsıldı. Commodus'tan sonra cumhuriyet kurumları yıkılmaya başladı. İmparatorlar yetkilerini genişletti. İS 193'te Septimius Severus impa­rator oldu. 235'e kadar süren Severus haneda­nı döneminde Roma'nın mali ve askeri gücü sarsıldı. Severus hanedanından gelen impara­torların hiçbiri eceliyle ölmedi. Bu dönemde­ki en önemli gelişme Hıristiyanlığın daha öz­gür bir ortam bularak yaygınlaşmasıydı. Seve­rus hanedanından sonra barbar kavimlerin yeniden saldırısına uğrayan Roma, Tuna eya­letleri gibi bölgelerde onların egemenliğini ta­nımak zorunda kaldı. Bu sırada doğudan da Sasaniler saldırıyordu. Barbar akınları ve iç savaşlar kentlerin yıkımına, yolların bozulma­sına yol açtı.
3. yüzyılın sonuna doğru imparatorluğu yö­netmek öylesine güçleşmişti ki, İmparator Diocletianus İS 286'da Roma İmparatorluğu' nun geniş topraklarını dört yönetim bölgesine ayırdı. Orduyu yeniden düzenleyerek eski di­siplini kurdu. Yeni vergilerle mali durumu düzeltmeye çalıştı. Sasaniler'i geriletmeyi ba­şararak imparatorluğun sınırlarını Dicle Irmağı'na kadar götürdü. Hıristiyanlar üzerindeki baskıyı artırdı. Milano'yu batı imparatorluğu­nun başkenti yaptı; böylece Roma eski öne­mini yitirdi. Diocletianus yetenekli bir yöneti­ciydi ve imparatorluğun yeniden güç kazan­masını sağladı.
Diocletianus'un ölümünden sonra yönetimi ele geçirmek için yeniden çatışmalar baş gös­terdi. Diocletianus'un oğlu I. Constantinus (280-337) bu mücadeleden zaferle çıkarak im­paratorluğun iki kanadını birleştirdi ve tek başına yönetimi ele aldı. İS 330'da Yunanlıların Avrupa ile Asya'nın kavuştuğu noktada kurduğu Bizans'a kendi adını vererek Roma' nın başkenti olduğunu ilan etti. Bundan son­ra ünlü Bizans kenti, 1453'te Türkler tarafın­dan fethedilinceye kadar Konstantinopolis (Constantinus'un kenti) olarak anıldı.
Constantinus'un hükümdarlığının en önem­li olayı Hıristiyanlığı kabul edişidir. 300 yıldan beri sürekli baskı ve zulüm altında olmasına karşın, Hıristiyanlık giderek daha çok yandaş kazanmaktaydı. Çoktannlı dinler eski etkile­rini günden güne yitiriyordu. Constantinus'un Hıristiyan olması Hıristiyanların üzerindeki baskıların kalkmasını sağladı.
Constantinus'tan sonra imparatorluk hızla çözülmeye başladı. İS 364'te ikiye ayrıldı. Her iki kesimin de önem açısından eşit birer im­paratoru oldu. Konstantinopolis doğu impa­ratorluğunun, Milano ise batının başkentiydi. I. Valentinianus batıda, kardeşi Valens doğu­da hüküm sürmeye başladı. Doğu Roma İm­paratoru Valens 378'de Gotlar'a yenik düştü. İmparator öldürüldü, ordusunun üçte ikisi yok oldu. Savaşın sonunda, yüzyıllardan beri dünyayı egemenliği altında tutmuş olan Roma lejyonları tarihten silindi. İS 410'da Alarik'in öncülüğündeki Vizigotlar Roma'yı ele geçirip yağmaladıktan sonra güneye inerek bereket­li ovaları talan ettiler. Roma'nın Galyalılar tarafından alındıktan 800 yıl sonra düşüşü, kentin tarihinde bir dönemin kapanması de­mekti.
Aynı yıllarda Vandallar İspanya'ya saldırır­ken, Hunlar da Orta Avrupa'ya akın ediyor­du. Önderleri Attila 451'de Galya'da yenilgi­ye uğradıysa da bir sonraki yıl toparlanarak Kuzey İtalya'nın birçok kentini ele geçirdi ve Roma'ya yöneldi. Papanın ricası üzerine Roma'ya girmekten vazgeçti. Batı Roma İmparatorluğu artık iyice sallantı­daydı. İS 476'da İmparator Romulus Augustulus, Germen Kralı Odoaker'e yenildi. Odoaker İtalya kralı oldu ve böylece Batı Roma İmparatorluğu tarihe karıştı.
Roma İmparatorluğu geleneğini sürdürmek Doğu Roma İmparatorluğu'na kalmıştı. Ne var ki, Doğu Roma İmparatorluğu Güneydo­ğu Avrupa'da Yunan kültürünün çok güçlü olduğu bir bölgede kurulmuştu, üstelik ege­menliği altında bulunan halklar Asyalı idi. Zaman içinde Roma gelenekleriyle Asya ve Yunan gelenekleri birbirinden etkilendi. İS 6. yüzyılın ilk yarısında İmparator I. Jüstinyen' in generallerinden Belisarios Kuzey Afrika'yı, İtalya'yı ve İspanya'nın bir bölümünü bar­bar kavimlerden geri almayı başardı. Ama bir süre sonra İtalya, Germen kavimlerinden Lombardların eline geçti.
Bizans İmparatorluğu olarak da bilinen Doğu Roma İmparatorluğu 10. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı.
Batıda, 800 yılı Noel'inde, papanın Frank Kralı Şarlman'a imparatorluk tacı giydirmesiyle yeni bir imparatorluk kuruldu. Daha sonra Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu adını alan bu devletin eski Roma İmparator­luğu ile ilişkisi yoktu.
Çok uzun bir süre boyunca, papalarla im­paratorlar arasında kimin daha üstün olduğu konusundaki rekabet çatışma ve savaşlara yol açtı. Reformcu Papa VII. Gregorius ile Kut­sal Roma-Germen İmparatoru IV. Heinrich arasında baş gösteren şiddetli çatışma sırasın­da Heinrich'in askerleri Roma'ya girerek kenti ele geçirdi (1084).
Papalık 1309-1417 arasında Fransa'da Avignon kentine yerleşti. Roma ise bir süre İtal­yan soylularının savaş alanı oldu. 16. yüzyıl­dan sonra papalar yeniden Roma'ya yer­leşti.
Papalar ve kardinaller Roma'yı sayısız kili­se, saray ve heykelle doldurdular. Eski anıtla­rın ve yapıtların taşlarını bu yeni yapılarda kullandılar. Eski Roma'dan geriye pek az şey kaldı. Roma 1870'te İtalya Krallığı'nın baş­kenti olunca, bir kez daha değişikliğe uğradı. İyice büyüyerek bugünkü durumuna geldi.

Eski Roma Kenti

Roma, Tiber Irmağı kıyısında "yedi tepe" olarak bilinen bir yörede kurulmuştu. Tepele­rin adları sırasıyla Palatium (bugün Palati­no), Capitolium, Aventinus, Caelius, Es-quilinus, Viminalis ve Quirinalis'ti. Kent Ak­deniz'den 24 km uzaklıktaydı. Tiber'in hızlı akıntısı gemilerin yanaşmasını engelliyordu, bu yüzden yer olarak pek elverişli sayılmazdı. Ayrıca Tiber boyunca uzanan bataklıklar sağ­lıksız bir ortam yaratıyordu. Etrüsklü mühen­disler bu bataklıkları kurutmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar.
Kent kurulduktan sonra zaman içinde geliş­ti. Roma'nın ilk sahiplerinin evleri, çatıları sa­mandan yapılmış olan küçük kulübelerdi. Tanrıları için yaptıkları tapınaklar yakınlarda­ki yanardağlardan kopan kayalardan yontul­muştu. Kentin çevresinde dışardan gelecek saldırılara karşı bir sur vardı.
İÖ 1. yüzyılın başlarında, Roma'da Cum­huriyet döneminin son yılları yaşanıyordu. Bu yıllarda Tiber'den yukarı doğru tırmanan bir kimse ilk önce iki tepeyle karşılaşırdı. Bunlar­dan soldaki Janiculum, sağdaki ise Aventinus idi. Janiculum'un tepesinde eski bir kale var­dı. Tepeler, kuzeyden gelecek saldırıları gö­zetlemekte yararlı olurdu. Tepenin eteklerin­de zengin Romalıların evleri bulunuyordu.
Aventinus'ta ise Roma'nın yoksul halkı ya­şıyordu. Bunlar dört beş katlı yıkık ve karan­lık evlere sığınmışlardı. Tepenin en yüksek noktasında tanrıça Diana (Eski Yunan'da Artemis) için yapılmış bir tapmak vardı. Tepe­nin güneybatı eteklerinde mısır ambarlan yer alıyordu.
Tekneyle Aventinus'un kuzeybatısına ya­naşılacak olursa, Roma'nın hayvan pazan olan Forum Boarium görülebilirdi. Doklann tam üzerinde güzel villalann ve bahçelerin bulunduğu Palatium Tepesi herkesin oturmak için özlemini çektiği bir yerdi. Çünkü alçaklardaki aşın sıcağa burada rastlanmıyordu. Paiatium'da aynca doğunun bolluk ve bere­ket tannçası Kibele adına bir tapınak yapıl­mıştı. Aventinus ve Palatium tepeleri arasın­daki vadide Circus Maximus adıyla, ahşap bir stadyum vardı. Çeşitli gösterilerin yer aldığı yaklaşık 640 metre uzunluğundaki bu stad­yum 150 bin kişilikti. İki yanında dükkânlar ve sıcaktan bunalanlar için buz gibi içecekler satan satıcılar sıralanırdı.
Vadinin öteki yakasında bulunan Caelius Tepesi evlerle kaplıydı. Buradan Jüpiter Tapınağı'na (Eski Yunan'da Zeus) giden bir yol ayrılırdı.
Palatium ve Capitolium tepeleri arasındaki düzlükte, mermer sütunlarıyla ve heykeİleriy­le Roma Forumu görünürdü. Forum her za­man hararetli tartışmaların, kıyasıya pazarlık­ların yapıldığı bir yerdi. Forumun biraz öte­sinde, sıradan insanların buluşma yeri olan Comitium vardı. Rostrum denen kürsü gibi yerde ise konuşmalar yapılırdı. Forumun ar­kasında senatonun toplantı yeri Curia bulunu­yordu.
Foruma giden başlıca yollardan birinin üze­rinde iki başlı tanrı Janus'un tapınağı vardı. Savaş sırasında tapınağın kapılan hep açık olurdu.
Capitolium Tepesi çift dorukluydu. Kuzey­de kinde bir kale, güneydekinde ise Tiber Irmağı'ndan görülen Jüpiter Tapınağı bulunu­yordu.
Eski Roma'da bulunan çeşitli tanrılara adanmış tapmaklar, sunaklar, heykeller ara­sında Jüpiter ayn bir öneme sahipti. Jüpiter Tapınağı'na savaşlarda elde edilen ganimetler sunulur, tanrının heykeli kente tepeden ba­kardı.
Irmak kıyısında kurulu olmasına karşın kent halkı içmek için Tiber'in suyunu kullan­mazdı. İçme suyu kanallarla ve toprakaltına döşenmiş suyollarıyla yakındaki pınarlardan kente ulaştırılırdı. Bunlardan ilki İÖ 4. yüzyılda yapılmıştı. İÖ 144'te Capi­tolium Tepesi'ne su götürecek olan Aqua Marcia yapıldı. Daha öncekiler toprağın altın­dayken, bu kemer toprağın üstündeydi. Roma'nın kanalizasyon şebekesi de çok iyi plan­lanmıştı. Bu şebekenin bazı bölümleri 20. yüzyılın başlarına kadar kullanılmıştır.
İmparatorluk döneminde Roma'nın görü­nümünde çok büyük değişiklikler oldu. İmpa­ratorlar kendi adlarını taşıyan görkemli bina­lar yaptırdılar. Roma Forumu daha sonra Au­gustus, Vespasianus ve Traianus'un yaptırdığı forumların yanında çok küçük kaldı. Traianus Forumu'nda yer alan, üzerine imparatorun yaşamındaki önemli olayların işlendiği yük­sek, mermer sütun günümüze kadar gelebilmiştir.
Yıkanmaktan çok hoşlanan Romalılar bü­yük hamamlar yaptırmışlardı. Bunların zemi­ni mozaik işlemeliydi; kubbeleri ise mermer sütunlarla destekleniyordu. Zafer kazanan generaller için yapılan zafer takları geniş cad­deleri süslerdi. Özellikle, 70'te Titus'un Ku­düs'ü ele geçirişinin anısına yapılan Titus Takı çok görkemliydi. Bugüne ancak kalıntıları ka­lan, Palatium Tepesi yakınlarında, Vespasianus zamanında yapılmış olan çok kemerli, görkemli bir yapı olan Colosseum'da çeşitli gösteriler düzenlenirdi. Zaman içinde binala­rın çoğalmasıyla kent Capitolium Tepesi'nin batısına, ordunun eğitim alanı olan Campus Martius'a doğru yayıldı.

Romalı Zenginlerin Yaşamı
Eski Roma'nın zengin ve güçlü sınıfı senato üyesi olan patriciler ve mülk sahipleriydi. Tüm toplumsal ve siyasal güç birkaç soylu ailenin elindeydi. İmparatorluk döneminde se­nato gücünü büyük ölçüde yitirdiyse de, sena­törlerin geldiği aileler kamuoyunu yönlendir­mede etkilerini sürdürdüler. Patricilerin ço­ğunun Roma'da evi, kırsal kesimde çiftliği ve Orta ya da Güney İtalya'da birkaç tane villası olurdu. Kent evine bir verandadan girilirdi. Birincil öneme sahip olan oda atrium idi. Evi ve ocağı koruyan tanrıça Vesta için bu odada bir sunak bulunurdu. Evleri koruyan tanrılar­dan Lar ve Penate için de ayrılmış yerler var­dı. Lar'ın heykeli evin girişinde durur, eve uğur getirirdi. Penate ise aile ocağının bere­ketiydi. Lar'a da, Penate'ye de armağanlar su­nulur, özel günlerde çiçekler getirilirdi. Atri­um dikdörtgen biçimindeydi ve tavanında, gökyüzüne açık bir yer vardı. Atriumun çatısı bu deliğe doğru eğimli olur, taştan bir sarnıca yağmur suyu toplanırdı. Evin öbür odaları at-riuma açılırdı. Girişin tam karşısında yemek odası bulunur, buradan da bahçeye çıkılırdı. Ev yerin altından geçen sıcak havayla ısıtılır, bazı evlerde hamam da olurdu.
Villalara ise mutlaka hamam yapılırdı, çün­kü kırsal kesimde genel hamamlar yoktu. Vil­lalar kent evlerine oranla daha büyük olurdu. Atrium gene vardı, ama evin asıl merkezi bir dizi kolonla çevrili olan bahçeydi. Bahçenin ötesinde odalar bulunurdu.
Varlıklı ailelerin oğulları genellikle okula gönderilirdi, özel öğretmenlerce eğitilenler de olurdu. Roma dünyasında Eski Yunan kültü­rü egemen olduğu için öğretmenler Yunanlılardan seçilirdi. Romalı bir oğlan çocuk öğre­nimine Yunanca okuma yazma öğrenmekle başlardı.
Oğlan çocukların büyüdükleri zaman eya­letlerde para işleriyle ilgilenmeleri ya da tica­retle uğraşabilmeleri için iyi matematik bil­meleri gerekiyordu. İlkokul eğitiminden son­ra güzel konuşmayı ve yazmayı becerebilmek için konuşma sanatı dersleri alırlardı. Bu dersler ya Roma'da ya Atina'da ya da Yunan­ca konuşulan herhangi bir kentte verilirdi.
Kızlara ev işleri ve edebiyat dersleri verilir­di. Eğitim kısa sürer, 15'ine gelmeden evlen­dirilirlerdi. Gelin, düğün günü, erkek kardeş­leri gibi çocukken giydiği bir tür pelerin olan toga'yı çıkartır, gelinliğini giyerdi. Yüzü kır­mızı bir peçeyle örtülü olurdu. Oyuncak be­beklerini tanrı Lar'a armağan ederdi. Babası­nın evinde evlendikten sonra, törenle kocası­nın evine götürülürdü. Evin eşiğinden kocası­nın kucağında atriuma taşınır ve yeni yaşamı başlardı.
Erkek çocuklar mor kenarlı togalarını 16 yaşında çıkarır, yerine herkesinki gibi beyaz toga giyerlerdi. Baba oğlunu alarak foruma götürür, onu Roma yurttaşı olarak kütüğe yazdırırdı; böylece delikanlı ilk seferberlikte askere gitmek için hazır olurdu. Romalılar oğullarının iyi bir asker olmasından övünç du­yardı. Askerden dönen bir patricinin oğlu mutlaka siyasete atılırdı. Mülk sahiplerinin oğullarının da siyaset yaşamına katıldığı olur­du. Genç bir adam ilk önce kent meclisine seçilir, görevi mısır stoklarının yeterli olup ol­madığını saptamak, halkın eğlence program­larıyla ilgilenmek olurdu. Bunun bir üstünde­ki görev muhasebe işleriyle ilgilenmekti. Da­ha sonraki aşama yargıçlıktı. Bundan sonra, şansı açık olan, bir eyalete vali atanabilirdi. Bir başka olasılık ise konsüllüğe seçilebilmek­ti. Cumhuriyet döneminde konsüller aynı za­manda yargıç oldukları için çok büyük bir yet­kiye sahiptiler.
Romalı ailede babanın çocukları üzerinde çok büyük otoritesi vardı. Kadınlara da saygı gösterilirdi. Romalı kadın evinin tüm sorum­luluğunu yüklenir, sokağa çıktığı zaman ona yol verilir ve kibar davranılırdı. Romalılar ai­le yaşamına büyük önem verirdi. Ev tanrıları­nın varlığı bunun kanıtıydı.

Yoksul Halk
Romalı patriciler köleleri sayesinde rahat bir yaşam sürerdi. Plebler de denen Romalı yok­sullar ise karanlık izbelerde üst üste yaşarlar­dı, ne ocakları, ne de evlerine bereket getire­cek tanrıları vardı. Evde yatar, ama yemekle­rini devletin sağladığı aşevlerinde yerlerdi.
Ünlü Romalı yazarlar hor gördükleri bu in­sanlara yapıtlarında pek yer vermediler. İS 1. yüzyılda yaşamış olan Decimus Iunius Iuvenalis, Roma halkının ekmekten ve sirke git­mekten başka bir şey bilmediğini yazmıştı. Sirkler, halkı oyalayarak ekmek derdini unut­turmayı amaçlıyordu. Araba yarışları, yabanıl hayvanlarla boğuşturulan köleler, sonu ölüm­le biten kanlı gladyatör dövüşleri bazen gün­lerce sürerdi.
Roma halkının yaklaşık yüzde 80'i işsiz ve yoksuldu. Erkekler orduya katılmaya can atardı. Böylece yaşamlarının bir amacı olurdu. Zengin Romalıların köle sahibi olmaları iş alanlarının tıkanmasına yol açıyor, plebler özgür doğmuş olsalar da iş güç sahibi olamı­yordu.
Köleler imparatorluğun işgali altındaki eya­letlerden getirilirdi. Villalarda hizmetçi ve uşak, tarlalarda işçi olarak çalıştırılırlardı. Bazen kâh­yalık da yaparlardı. Hiçbir hakkı olmayan kölelerin yalnızca görevleri vardı ve efendiler köle­lere diledikleri gibi davranırlardı.
Tarihinden Anekdotlar
Roma tarihinin büyük bir bölümü efsanelere dayalıdır. Venüs'ün soyundan gelen ikiz erkek kardeş Romolo ve Remo (Romulus ve Remus), Tiber (Tevere) Irmağı'nda bir beşik içerisinde başıboş bırakılırlar.
Taşan ırmak onları Palatino Tepesinin eteklerine fırlatır. Bebekleri bulan dişi kurt, onları kendi sütü ile besler. Daha sonra bir çoban onları bularak evine götürür ve büyütür.
Büyüdükleri zaman, doğuştan lider olan Romulus, bir saban ile şehir surlarını inşa eder. Şehir nüfusunu artırmak için gönüllü maceraperesteleri çağırır ve komşu krallık olan Sabine'lerin kadınlarını kaçırır.
Romulus'dan sonraki döneme imzalarını atan Etrüsk'lü krallar, Roma'da demokratik temeller oluşturarak,Roma'nın bir kaç yüzyıl içerisinde topraklarını sürekli olarak genişleten lider bir kuvvet olmasını sağlamışlardır.
İlk krallardan sonra, Senato ve Konsüllerden oluşan bir cumhuriyet rejimini de deneyen Roma, yüzyıllar süren bir dönem boyunca bilinen dünyanın büyük bir bölümünü ele geçirmiştir.
Bu yüzyıllar boyunca Roma'nın meşhur olan liderleri:
Galleri ve Mısırı ele geçiren Julius Caesar (Giulio Cesare),
M.S. 64'de bir çok kasabayı yakan Nerone (Neron),
Augustus (Augusto),
Trajan (Traiano),
Hadrian (Adriano), v.b.'dir.
Roma'nın gücü, Büyük İmparatorluğun en geniş sınırlarına sahip olduğu 3. yüzyılda düşmüştür. Savunması oldukça zor olduğundan İmparatorluk Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye bölünmüştür.

Papalı Roma
Roma İmparatorluğu doneminde büyük yayılma özelliği gösteren hıristiyanlık, önceleri cezalandırılmakta iken, sonraları müsamaha edilmiştir. Constantine doneminden serbest bırakılan din daha sonra devletin resmi dini olmuştur. Dinin lideri, Roma'nın Piskoposu, San Pietro (St. Peter)'nun halifi, Roma helkının en yetkili ruhani lideri durumuna gelmiş, İmparatorların gidişinden sonra çok zorlu dönemlerde yaşamışlardı.
Roma, 546 yılında Almanlar, 846 yılında Saracenler ve 1084'de İmparator tarafından kuşatılan Papa'yı kurtarmak için gelen Robert Guiscard'lı Normanlılar tarafından tahrip edilir. Papa'nın Avinion'da sürgünde olduğu dönemde Roma, önemli ailelerin kontrolü altında kalmıştır. Döndüğünde tamamen harap olmuş bir şehir bulan Papa XI. Gregorio'dan sonraki dönemde Roma, Papa'nın sürekli kalacağı bir yer olmuştur. IV. Sisto (1471-1484), II. Giulio (1503-1513) ve X. Leo (1513-1521) gibi Papaların etkisiyle Roma, İtalya'nın önemli artistik merkezlerinden birisi olmuştur. Rönesanas burada büyük gelişme göstermiştir: Bramante ve Michelangelo San Pietro Bazilikasını yeniden inşa etmişler ve IV. Sisto Sistina Şapelini inşa ettirmiştir. Perugino, II Sodoma, Raffaello and Michelangelo gibi büyük artistler burada çalışmışlar ve 1527'de Roma, V. Charles tarafından bir kez daha yağmalanmıştır.

Risorgimento ve Modern Roma
''Barbarları dışarıya atmak'' ve kendi rejimini kurmak olan Papa II. Giulio'nun düşünceleri, İtalyanlar tarafından ulusal hislerin yeniden doğmasını sağlamış ve İtalya Organizasyonu ve Birliği kurulmasına öncülük etmiştir. Bu nedenle 1846 yılında Papa ilan edildiğinde IX Pio, Liberal idareyi kabul eden bir lider olmuştur.Ne yazık ki, bir hıristiyan olarak Avusturya'ya karşı savaş ilan etmeye vicdanı el vermezç Bu nedenle, İtalya'nın baskısına uğrar. Sonunda, şiddetli saldırılara karşı kendisini şüphe ve sıkıntılar içerisinde bulan IX. Pio, kaçarak Gaeta'da sığınacak yer bulur.
Böylece, İtalya Birliği Papa olmadan kurularak Piemonte-Sardunya Kralı II. Vittorio Emanuele, 13 Mart 1861 tarihinde İtalya'nın kralı ilan edilir.
Fakat Roma, Katoliklerin başkenti, onu elden kaçırmıştır. Diplomatik ataklar onun geçici hükümdarlığını 1870 yılına kadar feragat etmesini ikna edememiştir.
Vittorio Emanuele, Kutsal Baba ile yapılan son bir temasın ardından, Papa'nın muhafızlarının direnmesine rağmen Roma'yı ele geçirir. O zamandan itibaren Papa, kendisini İtalya Devletinin bir mahkumu olarak kabul eder ve bu Roma Sorunu'nun çözümü, 1929 yılında Laterano Anlaşmasını imzalayan ve daha yatıştırıcı olan XI. Pio tarafından gerçekleştirilir.
Benito Mussolini'nin Roma'da kurmuş olduğu rejimin hemen ardından, aynı yılın Mart ayından sonra kurulmuş olan Vatikan Şehri, Roma'nın en önemli turistik merkezlerinden birisi durumundadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder